Sitenizin hitini bedavaya artırabileceğiniz gibi reklamlarla da artırabilirsiniz. Tabi ki neden buna para vereyim diyebilirsiniz ama bundaki ek özellikleri unutmamak lazım. Şu anda bu sitede linkiniz olması Google'da ilerlemeniz anlamına gelir. Bir örnek olarak; google'da şiir tahlilleri yazdığınızda birkaç şeyden sonra toplistimizin barındığı sitenizinadi.com sitesini göreceksiniz. Halbuki sitede içerik bile yok. ( Sahtekarlık gibi olmasın bunda toplistten eklenmeler de dahil. Ondan dolayı da yükselebilir ) Şimdi var mı isteyen ???
Üst taraftaki 468x60 Reklam alanı ve Sayfa aralarındaki 468x60 Reklam alanı 100 Kontör ~3 Aylık
Not: Üst taraftaki ve sayfa aralarındaki reklamlar tek reklam olacaktır, ayrı ayrı almıyoruz.
Yan taraftaki 125x125 Reklam alanı 50 kontör ~3 Aylık
Yan taraftaki Beğendiğim Siteler bölümünden link almak 30 kontör ~3 Aylık
Link ve banner takas mümkündür....
İletişim adresimiz: siirtahlilleri@hotmail.com
Destek Olmak İçin Reklamlara Tıklayınız...
7 Aralık 2009 Pazartesi
4 Aralık 2009 Cuma
Mehmet Kaplan Hayati Siir Tahlilleri
1 yorum
13:15
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: Mehmet Kaplan, mehmet kaplan hayatı eserleri, Mehmet Kaplan Siir Tahlilleri İndir, Mehmet Kaplan Şiir Tahlilleri 1-2
Etiketler: Mehmet Kaplan, mehmet kaplan hayatı eserleri, Mehmet Kaplan Siir Tahlilleri İndir, Mehmet Kaplan Şiir Tahlilleri 1-2
Prof. Dr. Mehmet Kaplan
(1915 - 1986)
Hayatı
05-03-1915 tarihinde Eskişehir Sivrihisar’da doğmuştur. Ortaöğrenimini Eskişehir’de tamamladı. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı asistanı, 1939′da lisans, 1942′de doktora, 1943’de doçent, 1952’de profesör oldu.
1958-1959’da Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde dekanlık ve rektör vekilliği görevlerinde bulundu. Kaplan’ın ilk yazıları 1930’ların sonunda Gençlik, İnkılapçı Gençlik dergilerinde göründü. 1943-1946 arasında İstanbul dergisinde yayınlanan inceleme ve eleştiri yazılarıyla tanındı. 1947’den sonra Hareket, Şadırvan, İstanbul, çağrı, Hisar, Türk Edebiyatı gibi dergilerde yazdı.
Önceleri incelemelerini metnin anlatım biçimine dayandırırken; daha sonraki yıllarda sanatçının kişiliği, biyografisi, psikolojisi gibi öznel etkenlerle metin arasında bağlantılar kuran bir yaklaşımla edebiyat tarihine yöneldi. Dilin yenileşmesi karşısında tavır aldı. Kaplan’ın yabancı dilleri: Fransızca, İngilizce, Almanca’dır. 23-02-1986 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.
Görevleri
1939-1983 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde asistan, doçent ve profesör.
1958-1960 Erzurum Atatürk Üniversitesi rektör yardımcısı, Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı
1962-1983 Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü Başkanı
1973 İstanbul Üniversitesi senatosu üyeliği.
1974-1978 İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Müdürü.
1982-1983 Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı
1983-1986 İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Müdürü.
1983-1986 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurul üyeliği.
1984-1986 Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde ve M. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Dili ve edebiyatı bilim dallarında lisans üstü eğitim.
(Ayrıca Kültür Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilâtı komisyonlarında üyelik.)
1958-1960 Erzurum Atatürk Üniversitesi rektör yardımcısı, Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı
1962-1983 Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü Başkanı
1973 İstanbul Üniversitesi senatosu üyeliği.
1974-1978 İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Müdürü.
1982-1983 Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı
1983-1986 İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Müdürü.
1983-1986 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurul üyeliği.
1984-1986 Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde ve M. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Dili ve edebiyatı bilim dallarında lisans üstü eğitim.
(Ayrıca Kültür Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilâtı komisyonlarında üyelik.)
Eserleri
Akademik tezler:
Travay: Eşrefoğlu Rumi, Hayatı ve Eserleri, 1937
Lisans Tezi: Emir Sultan, 1939
Doktora Tezi: Namık Kemal, Hayatı ve Eserleri, 1942
Doçentlik Tezi: Tevfik Fikret ve Şiiri, 1944
Profesörlük Tezi: Şiir Tahlilleri I (Akif Paşa’dan Yahya Kemal’e)
Travay: Eşrefoğlu Rumi, Hayatı ve Eserleri, 1937
Lisans Tezi: Emir Sultan, 1939
Doktora Tezi: Namık Kemal, Hayatı ve Eserleri, 1942
Doçentlik Tezi: Tevfik Fikret ve Şiiri, 1944
Profesörlük Tezi: Şiir Tahlilleri I (Akif Paşa’dan Yahya Kemal’e)
Kitaplar:
A. İlmî Araştırmalar:
1. Tevfik Fikret ve Şiirleri, 1946, genişletilmiş bsk. 1971, 1978, son baskı 1998
2. Namık Kemal, Hayatı ve Eserleri, 1948
3. Şiir Tahlilleri I (Akif Paşa’dan Yahya Kemal’e), 1954, son baskı 1999
4. Tanpınar’ın Şiir Dünyası, 1963, 1983.
5. Şiir Tahlilleri II (Cumhuriyet Devri Türk Şiiri), 1965, ilâvelerle 1973, 7. bsk. 1998) son baskı 1999
6. Hikâye Tahlilleri, 1979, 7.bsk.1994
7. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar I, 1976, son baskı 1999.
8. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar II , 1987, son baskı 1999.
9. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3: Tip Tahlilleri, 1985, son baskı 1996
1. Tevfik Fikret ve Şiirleri, 1946, genişletilmiş bsk. 1971, 1978, son baskı 1998
2. Namık Kemal, Hayatı ve Eserleri, 1948
3. Şiir Tahlilleri I (Akif Paşa’dan Yahya Kemal’e), 1954, son baskı 1999
4. Tanpınar’ın Şiir Dünyası, 1963, 1983.
5. Şiir Tahlilleri II (Cumhuriyet Devri Türk Şiiri), 1965, ilâvelerle 1973, 7. bsk. 1998) son baskı 1999
6. Hikâye Tahlilleri, 1979, 7.bsk.1994
7. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar I, 1976, son baskı 1999.
8. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar II , 1987, son baskı 1999.
9. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3: Tip Tahlilleri, 1985, son baskı 1996
B. Denemeler, İncelemeler, Mektuplar
1. Nesillerin Ruhu, 1967, 4. bsk. 1978, son baskı 1999.
2. Büyük Türkiye Rüyası, 1969, 4. bsk. 1998
3. Edebiyatımızın İçinden, 1976, 1998,
4. Türk Milletinin Kültürel Değerleri, 1977
5. Oğuz Kağan Destanı, 1979
6. Kültür ve Dil, 1982, 11. bsk. 1998, son baskı 1999.
1. Nesillerin Ruhu, 1967, 4. bsk. 1978, son baskı 1999.
2. Büyük Türkiye Rüyası, 1969, 4. bsk. 1998
3. Edebiyatımızın İçinden, 1976, 1998,
4. Türk Milletinin Kültürel Değerleri, 1977
5. Oğuz Kağan Destanı, 1979
6. Kültür ve Dil, 1982, 11. bsk. 1998, son baskı 1999.
C.1. Metin Neşri (Bugünkü Dile Çevirme ve Önsöz)
1. Ahmet Haşim’den: Bize Göre, Gurebahane-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi, 1969, 1981.
2. Ziya Gökalp’tan: Türkçülüğün Esasları, 1972.
3. Namık Kemal’den: İntibah, 1972
1. Ahmet Haşim’den: Bize Göre, Gurebahane-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi, 1969, 1981.
2. Ziya Gökalp’tan: Türkçülüğün Esasları, 1972.
3. Namık Kemal’den: İntibah, 1972
C.2. Metin Derlemesi ve Neşri (Öğrencileriyle birlikte)
1. Köroğlu Destanı, (Behçet Mahir Efendi’den Mehmet Akalın, Muhan Bali ile), 1973.
2. Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi I 1839-1865 (İ. Enginün, Birol Emil ile) 1974, 1988
1. Köroğlu Destanı, (Behçet Mahir Efendi’den Mehmet Akalın, Muhan Bali ile), 1973.
2. Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi I 1839-1865 (İ. Enginün, Birol Emil ile) 1974, 1988
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II 1865-1876 (İ. Enginün, B. Emil ile birlikte), 1978, 1993.
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi III (A. Vefik Paşa, A. Midhat, Ş. Sami vs.) (İ. Enginün, B. Emil, Z. Kerman ile birlikte), 1979,
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi IV (Ekrem, Hâmid, Sezai ve Ara nesil, (İ. Enginün, B. Emil, Z. Kerman ile birlikte), 1982
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi V (M. Naci, B. Fuad, A. Rasim vs. (M. Kaplan’ın izinden İ. Enginün, B. Emil, Z. Kerman tarafından) 1989
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi III (A. Vefik Paşa, A. Midhat, Ş. Sami vs.) (İ. Enginün, B. Emil, Z. Kerman ile birlikte), 1979,
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi IV (Ekrem, Hâmid, Sezai ve Ara nesil, (İ. Enginün, B. Emil, Z. Kerman ile birlikte), 1982
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi V (M. Naci, B. Fuad, A. Rasim vs. (M. Kaplan’ın izinden İ. Enginün, B. Emil, Z. Kerman tarafından) 1989
3. Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, II c. (İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci, A. Uçman’la birlikte), 1981, 1992
4. Atatürk Devri Fikir Hayatı, II c., İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile birlikte)1981, 1992.
5. Atatürk Devri Türk Edebiyatı, II c., (İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile birlikte)1982, 1992
6. Atatürk Şiirleri, (N. Birinci’yle birlikte), 1982, 1995
7. Cenap Şahabettin’in Bütün Şiirleri (İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci, A. Uçman ile birlikte) 1985.
4. Atatürk Devri Fikir Hayatı, II c., İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile birlikte)1981, 1992.
5. Atatürk Devri Türk Edebiyatı, II c., (İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile birlikte)1982, 1992
6. Atatürk Şiirleri, (N. Birinci’yle birlikte), 1982, 1995
7. Cenap Şahabettin’in Bütün Şiirleri (İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci, A. Uçman ile birlikte) 1985.
D. Lise Ders Kitapları:
Edebiyat Lise 1 1976, Edebiyat Lise 2 1977, Edebiyat Lise 3, 1977.
Edebiyat Lise 1 1976, Edebiyat Lise 2 1977, Edebiyat Lise 3, 1977.
E. Ahmet Hamdi Tanpınar İçin
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bütün Şiirleri, 1976. Yazarın kitap halinde olan, süreli yayınlarda yayınlanan ve evrakından kalan şiirlerini bir araya getirdi.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bütün Şiirleri, 1976. Yazarın kitap halinde olan, süreli yayınlarda yayınlanan ve evrakından kalan şiirlerini bir araya getirdi.
XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Beş Şehir, Huzur, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler, Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi kitapların Tanpınar’ın ölümünden sonraki baskılarına ön ayak oldu ve önsöz yazdı.
Edebiyat Üzerine Makaleler (Haz: Z. Kerman), Yaşadığım Gibi (Haz: B. Emil), Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mektupları (Haz: Z. Kerman) kitaplarına önsöz yazdı.
Ölümünden Sonra
1. Mehmet Kaplan’dan Seçmeler, 2 c., Haz. İnci Enginün, Zeynep Kerman, 1988.
2. Âli’ye Mektuplar (Haz: İnci Enginün-Zeynep Kerman), 1992.
3. Sevgi ve İlim (Haz. Ezel Erverdi), 2002.
1. Mehmet Kaplan’dan Seçmeler, 2 c., Haz. İnci Enginün, Zeynep Kerman, 1988.
2. Âli’ye Mektuplar (Haz: İnci Enginün-Zeynep Kerman), 1992.
3. Sevgi ve İlim (Haz. Ezel Erverdi), 2002.
Not: Mehmet Kaplan’ın 1939-1986 tarihlerinde yazdığı 1517 deneme- makaleden bir kısmı yukarıda adı geçen kitaplara girmiş, onların bir kısmı ve 124 tercümesi, 22 şiiri yayınlarda kalmıştır. Mehmet Kaplan’ın bibliyografyası:
1. Mehmet Kaplan’a Armağan, İ. Enginün, Z. Kerman, 1984,
2. Mehmet Kaplan Hayatı ve Eserleri, Z. Kerman, İnci Enginün, 2000, (Mehmet Kaplan’ın hatıralarıyla birlikte) kitaplarında yayınlanmıştır.
2. Mehmet Kaplan Hayatı ve Eserleri, Z. Kerman, İnci Enginün, 2000, (Mehmet Kaplan’ın hatıralarıyla birlikte) kitaplarında yayınlanmıştır.
1 Aralık 2009 Salı
Cevirisi Yapilan Siirler
0
yorum
12:59
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: Çevirisi Yapılan Şiirler, Tecüme edilen şiirler, yabancı şiirlerin tercümeleri
Etiketler: Çevirisi Yapılan Şiirler, Tecüme edilen şiirler, yabancı şiirlerin tercümeleri
Ahmed ARİF
. Thirty Three Bullets
Behçet NECATİGİL
. At My Touch It Turns Into A Faded Rose
Bülent ECEVİT
. Turkish-Greek Poem
Cahit KÜLEBİ
. Story
Cahit Sıtkı TARANCI
. I Want A Country
Cemal SÜREYA
. A Butt Cast In The Sea
. Rose
. The Yellow Heat
Cevat ÇAPAN
. Winter is Over
Melih Cevdet ANDAY
. Remembrance
Metin ALTIOK
. Coffee, Cognac and a Book
. Reverie
. Wind
Nâzım HİKMET
. On Living
. The Blue-eyed Giant, The Miniature Woman And The Honeysuckle
. The Japanese Fisherman
. The Walnut Tree
. Things I Didn't Know I Loved
. Today Is Sunday
Oğuz TANSEL
. Poplar Tree
Orhan Veli KANIK
. Pro Patria
. Spread Out
. Sunday Evenings
. The Tavern
Pir Sultan ABDAL
. The Rough Man Entered The Lover's Garden
Rıfat ILGAZ
. Are You A Thinking Man ?
. In Poetry
. In Every Language
. My Last Poem
. Only If I Know
. Skyscrapers
. They Won't Know
Yahya Kemal BEYATLI
. The Silent Ship
. Thirty Three Bullets
Behçet NECATİGİL
. At My Touch It Turns Into A Faded Rose
Bülent ECEVİT
. Turkish-Greek Poem
Cahit KÜLEBİ
. Story
Cahit Sıtkı TARANCI
. I Want A Country
Cemal SÜREYA
. A Butt Cast In The Sea
. Rose
. The Yellow Heat
Cevat ÇAPAN
. Winter is Over
Melih Cevdet ANDAY
. Remembrance
Metin ALTIOK
. Coffee, Cognac and a Book
. Reverie
. Wind
Nâzım HİKMET
. On Living
. The Blue-eyed Giant, The Miniature Woman And The Honeysuckle
. The Japanese Fisherman
. The Walnut Tree
. Things I Didn't Know I Loved
. Today Is Sunday
Oğuz TANSEL
. Poplar Tree
Orhan Veli KANIK
. Pro Patria
. Spread Out
. Sunday Evenings
. The Tavern
Pir Sultan ABDAL
. The Rough Man Entered The Lover's Garden
Rıfat ILGAZ
. Are You A Thinking Man ?
. In Poetry
. In Every Language
. My Last Poem
. Only If I Know
. Skyscrapers
. They Won't Know
Yahya Kemal BEYATLI
. The Silent Ship
Bestelenen Siirler
0
yorum
12:56
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: Bestelenen Şiirler, besteli şiirler, bestesi yapılan şiirler hangileri, güftesi yapılan şiirler
Etiketler: Bestelenen Şiirler, besteli şiirler, bestesi yapılan şiirler hangileri, güftesi yapılan şiirler
A. KADİR
Gece İçinde, Ezginin Günlüğü - Gece İçinde
Gelen Benim, Ezginin Günlüğü - Gelen Benim
Koru Kendini, Ahmet Kaya - Koru Kendini
Mahpusane Düşünceleri, Ezginin Günlüğü - Mahpusane Düşünceleri
Mutlu Olmak Varken, Ezginin Günlüğü - Mutlu Olmak Varken
Sabah Türküsü, Ezginin Günlüğü - Sabah Türküsü
Ve Çocuklar, Ezginin Günlüğü - Ve Çocuklar
Afşar TİMUÇİN
Akşam Şarkıları, Ezginin Günlüğü - Akşam Şarkıları
Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü, Ezginin Günlüğü - Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü
Bir Masalda Türkü, Ezginin Günlüğü - Bir Masalda Türkü
Çocuğun Kurguları, Ezginin Günlüğü - Çocuğun Kurguları
Ahmed ARİF
Ay Karanlık, Ahmet Kaya - Maviye Çalar Gözlerin
Hasretinden Prangalar Eskittim, Ahmet Kaya - Hasretinden Prangalar Eskittim
Kara, Grup Ekin - De Be Aslan Karam
Otuzüç Kurşun, Grup Baran - Otuzüç Kurşun
Otuzüç Kurşun, Zülfü Livaneli - Kirvem
Suskun, Fikret Kızılok - İki Parça Can
Suskun, Ahmet Kaya - Ağlama Bebeğim
Unutamadığım, Grup Baran - Unutamadığım
Uy Havar!, Ahmet Kaya - Oy Havar
Vay Kurban, Grup Baran - Seni Sevmek Felsefedir
Ahmet Muhip DRANAS
Fahriye Abla, Özdemir Erdoğan - Fahriye Abla
Ahmet TELLİ
Konuğum Ol, Yeni Türkü - Konuğum Ol
Aleksandr Sergeyeviç PUŞKİN
Bilinmeyen Ülke, Ezginin Günlüğü - Bilinmeyen Ülke
Arkadaş Zekai ÖZGER
Aşkla Sana, Ahmet Kaya - Alnında Dağ Ateşi
Ataol BEHRAMOĞLU
Bu Dert Beni Adam Eder, Ahmet Kaya - Bu Dert Beni Adam Eder
Sen Giderken, Ezginin Günlüğü - Sen Giderken
Attila İLHAN
Acı Ninni, Ahmet Kaya - Acı Ninni
Ah!, Ahmet Kaya - Ah!
An Gelir, Ahmet Kaya - An Gelir
Böyle Bir Sevmek, Ahmet Kaya - Böyle Bir Sevmek
Cinayet Saati, Ahmet Kaya - Cinayet Saati
Grev(Dilekçe), Ahmet Kaya - Grev (Dilekçe)
Haçan Ölesim Gelir, Ahmet Kaya - Haçan Ölesim Gelir
Hiçbir Şeyimsin, Ahmet Kaya - Hiçbir Şeyimsin
Jilet Yiyen Kız, Ahmet Kaya - Hiçbir Şeyimsin
Lili Marlen Türküsü, Ahmet Kaya - Lili Marlen Türküsü
Mahur, Ahmet Kaya - Mahur
Rinna Rinna Nay, Ahmet Kaya - Rinna Rinna Nay
Sen İnsansın, Ahmet Kaya - Sen İnsansın
Sultan-ı Yegâh - Nur Yoldaş - Sultan-ı Yegâh
Tut ki Gecedir, Ahmet Kaya - Tut ki Gecedir
Yangın Gecesi, Ahmet Kaya - Başım Belada
Barış PİRHASAN
Yağmurun Elleri, Yeni Türkü - Yağmurun Elleri
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Karadut, Fatih Kısaparmak - Karadut
Zindanı Taştan Oyarlar, Zülfü Livaneli - Yiğidim Aslanım
Behçet AYSAN
Bir Eflatun Ölüm, Ezginin Günlüğü - Bir Eflatun Ölüm
Karasevda, Ezginin Günlüğü - Karasevda
Kuşlar da Gitti, Ezginin Günlüğü - Kuşlar da Gitti
Sesler ve Küller, Ezginin Günlüğü - Sesler ve Küller
Behçet Kemal ÇAĞLAR
İstiyorum, Atilla Atasoy - Bir Sevgi İstiyorum
Kalamış, Münir Nurettin Selçuk - Kalamış
Bekir Sıtkı ERDOĞAN
Kışlada Bahar, Gültekin Çeki - Kışlada Bahar
Bülent ECEVİT
Taka, Doğan Canku - Takalar
Cahit KÜLEBİ
Hikâye, Doğan CANKU - Öp Biraz
Sıvas Yollarında, Yaşar Kurt - Kamyonlar Kavun Taşır
Cahit Sıtkı TARANCI
Gün Eksilmesin Penceremden, Münir Nurettin Selçuk - Ne Doğan Güne Hükmüm Geçer
Can YÜCEL
Dargın mıyız - Ezginin Günlüğü - Dargın mıyız
Değişik, Yapraktı, Yeni Türkü - Başka Türlü Birşey
Sevgi Duvarı, Ahmet Kaya - Sevgi Duvarı
Yapraktı, Yeni Türkü - Başka Türlü Birşey
Constantino KAVAFİS
Kent, Ezginin Günlüğü - Şehir
Enis Behiç KORYÜREK
Hatıra, Erol Sayan - Geçsin Günler Haftalar
Enver GÖKÇE
Başlangıç, Ahmet Kaya - Yusuf Yusuf
Fakültenin Önü, Grup Baran - Fakültenin Önü
Görüş Günü, Ezginin Günlüğü - Görüş Günü
Hastir Lan!, Ahmet Kaya - Gayri Gider Oldum
Turan Emeksiz, Ahmet Kaya - Katlime Ferman
Meri Kekligim, Ahmet Kaya - Kore Dağları
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Bahçemde Açılmaz Seni Görmezse Çiçekler, Münir Nurettin Selçuk - Bahçemde Açılmaz Seni Görmezse Çiçekler
Federico Garcia LORCA
Şaşırtı, Ezginin Günlüğü - Şaşırtı
Halim Şefik GÜZELSON
Balık Ağzı, Ahmet Kaya - Kılıç Balığının Öyküsü
Hasan Hüseyin KORKMAZGİL
Amenna, Ahmet Kaya - Amenna
Acılara Tutunmak, Ahmet Kaya - Acılara Tutunmak
Berivan, Grup Yorum
Güzel Günler, Ahmet Kaya - Güzel Günler
Halay Havası, Ahmet Kaya - Halay Havası
Haramiler, Ahmet Kaya - Haramiler
Kadınlar, Ahmet Kaya - Kadınlar
Kerbelâ Uzak Değil - Grup Yorum - Munzur Dağı
Haziranda Ölmek Zor, Grup Yorum - Haziranda Ölmek Zor
Şiddet, Ahmet Kaya - Şiddet
Ortadoğu, Ahmet Kaya - Ortadoğu
Temmuz, Grup Baran - Temmuz
Gülten AKIN
Büyü, Grup Yorum - Büyü
Kemal BURKAY
Gülümse, Sezen Aksu - Gülümse
Sonbahardan Çizgiler (Tutsaklar), Yeni Türkü - Sonbahardan Çizgiler (Mamak Türküsü)
Kemal ÖZER
Zonguldak, Grup Yorum - Madenciden
Kemalettin KAMU
Gurbet, Yıldırım Gürses - Gurbet O Kadar Acı ki
Konstantin SİMONOV
Bekle Beni, Ezginin Günlüğü - Bekle Beni
Mehmet Akif ERSOY
Cenk Marşı, Ahmet Kaya - Uğurlar Ola
İstiklal Marşı - Osman Zeki ÜNGÖR
Melih Cevdet ANDAY
Anı, Zülfü Livaneli - Bir Çift Güvercin Havalansa
Murathan MUNGAN
Aşk Yeniden, Yeni Türkü - Aşk Yeniden
Çember, Yeni Türkü - Çember
Fırtına, Yeni Türkü - Fırtına
Göç Yolları, Yeni Türkü - Göç Yolları
Maskeli Balo, Yeni Türkü - Maskeli Balo
Olmasa Mektubun, Yeni Türkü - Olmasa Mektubun
Telli Telli - Yeni Türkü - Telli Telli
İstesen Hiç Başlamasın, Yeni Türkü - İstesen Hiç Başlamasın
Nâzım HİKMET
Asker Kaçakları, Grup Yorum - Asker Kaçakları
Ceviz Ağacı, Cem Karaca - Ceviz Ağacı
Güneşi İçenlerin Türküsü, Grup Baran - Güneşi İçenlerin Türküsü
Japon Balıkçısı, Ezginin Günlüğü - Ölüdeniz
Karlı Kayın Ormanında, Zülfü Livaneli - Karlı Kayın Ormanında
Kız Çocuğu, Zülfü Livaneli - Hiroşima
Seni Düşünmek Güzel Şey, Ezginin Günlüğü - Seni Düşünmek Güzel Şey
Salkımsöğüt, Grup Baran - Salkımsöğüt
Şeyh Bedrettin Destanı, Ahmet Kaya - Şeyh Bedrettin
Vapur, Zülfü Livaneli, Bir Vapur Geçer
Veda, Grup Yorum - Veda
Nevzat ÇELİK
Neyleyim, Ahmet Kaya - Neyleyim
Sıcak Saklayın Gecelerimi, Grup Yorum
Sıcak Saklayın Gecelerimi, Ahmet Kaya - Geleceğim
Şafak Türküsü, Ahmet Kaya - Şafak Türküsü
Tutuşur Dizelerim, Ahmet Kaya - Tutuşur Dizelerim
Zeytin Karası, Ahmet Kaya - Zeytin Karası
Nihat BEHRAM
Denizin Ardı Özgürlük, Ahmet Kaya - Denizin Ardı Özgürlük
Doruklara Sevdalandım, Ahmet Kaya - Doruklara Sevdalandım
Oktay RİFAT
Ağıt, Ezginin Günlüğü - Ağıt
Yaprak, Ezginin Günlüğü - Yaprak
Orhan Veli KANIK
Ayrılış, Ezginin Günlüğü - Ayrılış
Dalgacı Mahmut, Yeni Türkü - Dalgacı Mahmut
Gün Olur, Zülfü Livaneli - Gün Olur
Hürriyete Doğru, Ezginin Günlüğü - Hürriyete Doğru
İstanbul'u Dinliyorum, Zülfü Livaneli, İstanbul'u Dinliyorum
Kumru, Ezginin Günlüğü - Kumru
Macera, Ahmet Kaya - Macera
Ömer HAYYAM
Yaş Yetmiş, Ezginin Günlüğü - Yaş Yetmiş
Paul ELUARD
Hürriyet, Zülfü Livaneli, Özgürlük
Paul VALERY
Cin, Ezginin Günlüğü - Cin
Refik DURBAŞ
Çırak Aranıyor, Zülfü Livaneli - Sevda Ne Yana Düşer Usta
Hücremde Ayışığı, Grup Baran - Rüzgar
Sabahattin ALİ
Dağlar, Sezen Aksu - Dağlardır Dağlar
Hapishane Şarkısı - 3, Ahmet Kaya - Geçmiyor Günler
Hapishane Şarkısı - 5, Edip Akbayram - Aldırma Gönül
Kara Yazı, Ahmet Kaya - Kara Yazı
Kız Kaçıran, Ahmet Kaya - Kızkaçıran
Leylim Ley, Zülfü Livaneli - Leylim Ley
Sait Faik ABASIYANIK
Şimdi Sevişme Vakti, Ezginin Günlüğü - Şimdi Sevişme Vakti
Şeyh GALİP
Su Uyur, Ezginin Günlüğü - Su Uyur
Şükran KURDAKUL
Al Beni Sevecenliğine, Ezginin Günlüğü - Al Beni Sevecenliğine
Nöbetçi, Ezginin Günlüğü - Nöbetçi
Turgay FİŞEKÇİ
Yıldızlar, Yeni Türkü - Yıldızlar
Yitik Bahar, Yeni Türkü - Yitik Bahar
Tuğrul Asi BALKAR
Felluce: Mahşer Menzili, Grup Yorum - Felluce
Ülkü TAMER
Ağıt, Grup Yorum - Düşenlere
Gül Dikeni, Ahmet Kaya - Gül Dikeni
Üşür Ölüm Bile, Ahmet Kaya - Üşür Ölüm Bile
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Ayrılanlar İçin, Timur Selçuk - Ayrılanlar İçin
Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın, Münir Nurettin Selçuk - Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın
Beyaz Güvercin, Timur Selçuk - Beyaz Güvercin
Bir Gece Ansızın Gelebilirim, Rüştü Şardağ - Bir Gece Ansızın Gelebilirim
Birgün, Rüştü Şardağ - Birgün
Dost Bildiklerim, Muzaffer Özpınar - Dost Bildiklerim
Vedat TÜRKALİ
İstanbul, Grup Baran - Bekle Bizi İstanbul
William SHAKESPEARE
Unut Gitsin, Ezginin Günlüğü - Unut Gitsin
66. Sone, Ezginin Günlüğü - Vazgeçtim
Yahya Kemal BEYATLI
Bir Başka Tepeden, Münir Nurettin Selçuk - Bir Başka Tepeden
Endülüs'te Raks, Münir Nurettin Selçuk - Endülüs'te Raks
Kandilli Yüzerken Uykularda, Münir Nurettin Selçuk - Kandilli Yüzerken Uykularda
Rindlerin Akşamı, Münir Nurettin Selçuk - Rindlerin Akşamı
Yılmaz ODABAŞI
Diyarbakır Hasreti, Ahmet Kaya - Diyarbakır Hasreti
Yakarım Geceleri, Ahmet Kaya - Yakarım Geceleri
Yusuf HAYALOĞLU
Adı Yılmaz, Ahmet Kaya - Adı Yılmaz
Ayrılığın Hediyesi, Ahmet Kaya - Ayrılığın Hediyesi
Başım Belada, Ahmet Kaya - Başım Belada
Başkaldırııyorum, Ahmet Kaya - Başkaldırıyorum
Beni Vur, Ahmet Kaya - Beni Vur
Bir Acayip Adam, Ahmet Kaya - Bir Acayip Adam
Bir Anka Kuşu, Ahmet Kaya - Bir Anka Kuşu
Bir Veda Havası, Ahmet Kaya - Bir Veda Havası
Birazdan Kudurur Deniz, Ahmet Kaya - Birazdan Kudurur Deniz
Biz Üç Kişiydik, Ahmet Kaya - Biz Üç Kişiydik
Bize Kalan, Ahmet Kaya - Bize Kalan
Bu Yalnızlık Benim, Ahmet Kaya - Bu Yalnızlık Benim
Dağlarda Kar Olsaydım, Ahmet Kaya - Dağlarda Kar Olsaydım
Demedim mi Haydar, Ahmet Kaya - Demedim mi Haydar
Dokunma Yanarsın, Ahmet Kaya - Dokunma Yanarsın
Diyarbakır Türküsü, Ahmet Kaya - Diyarbakır Türküsü
Entel Maganda, Ahmet Kaya - Entel Maganda
Fosso Nejdat, Ahmet Kaya - Fosso Nejdat
Giderim, Ahmet Kaya - Giderim
Hani Benim Gençliğim, Ahmet Kaya - Hani Benim Gençliğim
İçerden Çıkan Adam, Ahmet Kaya - İçerden Çıkan Adam
İyimser Bir Gül, Ahmet Kaya - İyimser Bir Gül
Kaçak ve Anne, Ahmet Kaya - Kaçak ve Anne
Kaçakçı Kurban, Ahmet Kaya - Kaçakçı Kurban
Kalan Kalır, Ahmet Kaya - Kalan Kalır
Kardelenler Açınca, Ahmet Kaya - Kardelenler Açınca
Kod Adı: Bahtiyar, Ahmet Kaya - Kod Adı: Bahtiyar
Nereden Bileceksiniz, Ahmet Kaya - Nereden Bileceksiniz
O Vahşi At, Ahmet Kaya - O Vahşi At
Sen Yanma Diye, Ahmet Kaya - Sen Yanma Diye
Tezgahtar Nebahat, Ahmet Kaya - Tezgahtar Nebahat
Yetiş Nerdesin, Ahmet Kaya - Yetiş Nerdesin
Yüreğim Kanıyor, Ahmet Kaya - Yüreğim Kanıyor
Gece İçinde, Ezginin Günlüğü - Gece İçinde
Gelen Benim, Ezginin Günlüğü - Gelen Benim
Koru Kendini, Ahmet Kaya - Koru Kendini
Mahpusane Düşünceleri, Ezginin Günlüğü - Mahpusane Düşünceleri
Mutlu Olmak Varken, Ezginin Günlüğü - Mutlu Olmak Varken
Sabah Türküsü, Ezginin Günlüğü - Sabah Türküsü
Ve Çocuklar, Ezginin Günlüğü - Ve Çocuklar
Afşar TİMUÇİN
Akşam Şarkıları, Ezginin Günlüğü - Akşam Şarkıları
Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü, Ezginin Günlüğü - Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü
Bir Masalda Türkü, Ezginin Günlüğü - Bir Masalda Türkü
Çocuğun Kurguları, Ezginin Günlüğü - Çocuğun Kurguları
Ahmed ARİF
Ay Karanlık, Ahmet Kaya - Maviye Çalar Gözlerin
Hasretinden Prangalar Eskittim, Ahmet Kaya - Hasretinden Prangalar Eskittim
Kara, Grup Ekin - De Be Aslan Karam
Otuzüç Kurşun, Grup Baran - Otuzüç Kurşun
Otuzüç Kurşun, Zülfü Livaneli - Kirvem
Suskun, Fikret Kızılok - İki Parça Can
Suskun, Ahmet Kaya - Ağlama Bebeğim
Unutamadığım, Grup Baran - Unutamadığım
Uy Havar!, Ahmet Kaya - Oy Havar
Vay Kurban, Grup Baran - Seni Sevmek Felsefedir
Ahmet Muhip DRANAS
Fahriye Abla, Özdemir Erdoğan - Fahriye Abla
Ahmet TELLİ
Konuğum Ol, Yeni Türkü - Konuğum Ol
Aleksandr Sergeyeviç PUŞKİN
Bilinmeyen Ülke, Ezginin Günlüğü - Bilinmeyen Ülke
Arkadaş Zekai ÖZGER
Aşkla Sana, Ahmet Kaya - Alnında Dağ Ateşi
Ataol BEHRAMOĞLU
Bu Dert Beni Adam Eder, Ahmet Kaya - Bu Dert Beni Adam Eder
Sen Giderken, Ezginin Günlüğü - Sen Giderken
Attila İLHAN
Acı Ninni, Ahmet Kaya - Acı Ninni
Ah!, Ahmet Kaya - Ah!
An Gelir, Ahmet Kaya - An Gelir
Böyle Bir Sevmek, Ahmet Kaya - Böyle Bir Sevmek
Cinayet Saati, Ahmet Kaya - Cinayet Saati
Grev(Dilekçe), Ahmet Kaya - Grev (Dilekçe)
Haçan Ölesim Gelir, Ahmet Kaya - Haçan Ölesim Gelir
Hiçbir Şeyimsin, Ahmet Kaya - Hiçbir Şeyimsin
Jilet Yiyen Kız, Ahmet Kaya - Hiçbir Şeyimsin
Lili Marlen Türküsü, Ahmet Kaya - Lili Marlen Türküsü
Mahur, Ahmet Kaya - Mahur
Rinna Rinna Nay, Ahmet Kaya - Rinna Rinna Nay
Sen İnsansın, Ahmet Kaya - Sen İnsansın
Sultan-ı Yegâh - Nur Yoldaş - Sultan-ı Yegâh
Tut ki Gecedir, Ahmet Kaya - Tut ki Gecedir
Yangın Gecesi, Ahmet Kaya - Başım Belada
Barış PİRHASAN
Yağmurun Elleri, Yeni Türkü - Yağmurun Elleri
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Karadut, Fatih Kısaparmak - Karadut
Zindanı Taştan Oyarlar, Zülfü Livaneli - Yiğidim Aslanım
Behçet AYSAN
Bir Eflatun Ölüm, Ezginin Günlüğü - Bir Eflatun Ölüm
Karasevda, Ezginin Günlüğü - Karasevda
Kuşlar da Gitti, Ezginin Günlüğü - Kuşlar da Gitti
Sesler ve Küller, Ezginin Günlüğü - Sesler ve Küller
Behçet Kemal ÇAĞLAR
İstiyorum, Atilla Atasoy - Bir Sevgi İstiyorum
Kalamış, Münir Nurettin Selçuk - Kalamış
Bekir Sıtkı ERDOĞAN
Kışlada Bahar, Gültekin Çeki - Kışlada Bahar
Bülent ECEVİT
Taka, Doğan Canku - Takalar
Cahit KÜLEBİ
Hikâye, Doğan CANKU - Öp Biraz
Sıvas Yollarında, Yaşar Kurt - Kamyonlar Kavun Taşır
Cahit Sıtkı TARANCI
Gün Eksilmesin Penceremden, Münir Nurettin Selçuk - Ne Doğan Güne Hükmüm Geçer
Can YÜCEL
Dargın mıyız - Ezginin Günlüğü - Dargın mıyız
Değişik, Yapraktı, Yeni Türkü - Başka Türlü Birşey
Sevgi Duvarı, Ahmet Kaya - Sevgi Duvarı
Yapraktı, Yeni Türkü - Başka Türlü Birşey
Constantino KAVAFİS
Kent, Ezginin Günlüğü - Şehir
Enis Behiç KORYÜREK
Hatıra, Erol Sayan - Geçsin Günler Haftalar
Enver GÖKÇE
Başlangıç, Ahmet Kaya - Yusuf Yusuf
Fakültenin Önü, Grup Baran - Fakültenin Önü
Görüş Günü, Ezginin Günlüğü - Görüş Günü
Hastir Lan!, Ahmet Kaya - Gayri Gider Oldum
Turan Emeksiz, Ahmet Kaya - Katlime Ferman
Meri Kekligim, Ahmet Kaya - Kore Dağları
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Bahçemde Açılmaz Seni Görmezse Çiçekler, Münir Nurettin Selçuk - Bahçemde Açılmaz Seni Görmezse Çiçekler
Federico Garcia LORCA
Şaşırtı, Ezginin Günlüğü - Şaşırtı
Halim Şefik GÜZELSON
Balık Ağzı, Ahmet Kaya - Kılıç Balığının Öyküsü
Hasan Hüseyin KORKMAZGİL
Amenna, Ahmet Kaya - Amenna
Acılara Tutunmak, Ahmet Kaya - Acılara Tutunmak
Berivan, Grup Yorum
Güzel Günler, Ahmet Kaya - Güzel Günler
Halay Havası, Ahmet Kaya - Halay Havası
Haramiler, Ahmet Kaya - Haramiler
Kadınlar, Ahmet Kaya - Kadınlar
Kerbelâ Uzak Değil - Grup Yorum - Munzur Dağı
Haziranda Ölmek Zor, Grup Yorum - Haziranda Ölmek Zor
Şiddet, Ahmet Kaya - Şiddet
Ortadoğu, Ahmet Kaya - Ortadoğu
Temmuz, Grup Baran - Temmuz
Gülten AKIN
Büyü, Grup Yorum - Büyü
Kemal BURKAY
Gülümse, Sezen Aksu - Gülümse
Sonbahardan Çizgiler (Tutsaklar), Yeni Türkü - Sonbahardan Çizgiler (Mamak Türküsü)
Kemal ÖZER
Zonguldak, Grup Yorum - Madenciden
Kemalettin KAMU
Gurbet, Yıldırım Gürses - Gurbet O Kadar Acı ki
Konstantin SİMONOV
Bekle Beni, Ezginin Günlüğü - Bekle Beni
Mehmet Akif ERSOY
Cenk Marşı, Ahmet Kaya - Uğurlar Ola
İstiklal Marşı - Osman Zeki ÜNGÖR
Melih Cevdet ANDAY
Anı, Zülfü Livaneli - Bir Çift Güvercin Havalansa
Murathan MUNGAN
Aşk Yeniden, Yeni Türkü - Aşk Yeniden
Çember, Yeni Türkü - Çember
Fırtına, Yeni Türkü - Fırtına
Göç Yolları, Yeni Türkü - Göç Yolları
Maskeli Balo, Yeni Türkü - Maskeli Balo
Olmasa Mektubun, Yeni Türkü - Olmasa Mektubun
Telli Telli - Yeni Türkü - Telli Telli
İstesen Hiç Başlamasın, Yeni Türkü - İstesen Hiç Başlamasın
Nâzım HİKMET
Asker Kaçakları, Grup Yorum - Asker Kaçakları
Ceviz Ağacı, Cem Karaca - Ceviz Ağacı
Güneşi İçenlerin Türküsü, Grup Baran - Güneşi İçenlerin Türküsü
Japon Balıkçısı, Ezginin Günlüğü - Ölüdeniz
Karlı Kayın Ormanında, Zülfü Livaneli - Karlı Kayın Ormanında
Kız Çocuğu, Zülfü Livaneli - Hiroşima
Seni Düşünmek Güzel Şey, Ezginin Günlüğü - Seni Düşünmek Güzel Şey
Salkımsöğüt, Grup Baran - Salkımsöğüt
Şeyh Bedrettin Destanı, Ahmet Kaya - Şeyh Bedrettin
Vapur, Zülfü Livaneli, Bir Vapur Geçer
Veda, Grup Yorum - Veda
Nevzat ÇELİK
Neyleyim, Ahmet Kaya - Neyleyim
Sıcak Saklayın Gecelerimi, Grup Yorum
Sıcak Saklayın Gecelerimi, Ahmet Kaya - Geleceğim
Şafak Türküsü, Ahmet Kaya - Şafak Türküsü
Tutuşur Dizelerim, Ahmet Kaya - Tutuşur Dizelerim
Zeytin Karası, Ahmet Kaya - Zeytin Karası
Nihat BEHRAM
Denizin Ardı Özgürlük, Ahmet Kaya - Denizin Ardı Özgürlük
Doruklara Sevdalandım, Ahmet Kaya - Doruklara Sevdalandım
Oktay RİFAT
Ağıt, Ezginin Günlüğü - Ağıt
Yaprak, Ezginin Günlüğü - Yaprak
Orhan Veli KANIK
Ayrılış, Ezginin Günlüğü - Ayrılış
Dalgacı Mahmut, Yeni Türkü - Dalgacı Mahmut
Gün Olur, Zülfü Livaneli - Gün Olur
Hürriyete Doğru, Ezginin Günlüğü - Hürriyete Doğru
İstanbul'u Dinliyorum, Zülfü Livaneli, İstanbul'u Dinliyorum
Kumru, Ezginin Günlüğü - Kumru
Macera, Ahmet Kaya - Macera
Ömer HAYYAM
Yaş Yetmiş, Ezginin Günlüğü - Yaş Yetmiş
Paul ELUARD
Hürriyet, Zülfü Livaneli, Özgürlük
Paul VALERY
Cin, Ezginin Günlüğü - Cin
Refik DURBAŞ
Çırak Aranıyor, Zülfü Livaneli - Sevda Ne Yana Düşer Usta
Hücremde Ayışığı, Grup Baran - Rüzgar
Sabahattin ALİ
Dağlar, Sezen Aksu - Dağlardır Dağlar
Hapishane Şarkısı - 3, Ahmet Kaya - Geçmiyor Günler
Hapishane Şarkısı - 5, Edip Akbayram - Aldırma Gönül
Kara Yazı, Ahmet Kaya - Kara Yazı
Kız Kaçıran, Ahmet Kaya - Kızkaçıran
Leylim Ley, Zülfü Livaneli - Leylim Ley
Sait Faik ABASIYANIK
Şimdi Sevişme Vakti, Ezginin Günlüğü - Şimdi Sevişme Vakti
Şeyh GALİP
Su Uyur, Ezginin Günlüğü - Su Uyur
Şükran KURDAKUL
Al Beni Sevecenliğine, Ezginin Günlüğü - Al Beni Sevecenliğine
Nöbetçi, Ezginin Günlüğü - Nöbetçi
Turgay FİŞEKÇİ
Yıldızlar, Yeni Türkü - Yıldızlar
Yitik Bahar, Yeni Türkü - Yitik Bahar
Tuğrul Asi BALKAR
Felluce: Mahşer Menzili, Grup Yorum - Felluce
Ülkü TAMER
Ağıt, Grup Yorum - Düşenlere
Gül Dikeni, Ahmet Kaya - Gül Dikeni
Üşür Ölüm Bile, Ahmet Kaya - Üşür Ölüm Bile
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Ayrılanlar İçin, Timur Selçuk - Ayrılanlar İçin
Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın, Münir Nurettin Selçuk - Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın
Beyaz Güvercin, Timur Selçuk - Beyaz Güvercin
Bir Gece Ansızın Gelebilirim, Rüştü Şardağ - Bir Gece Ansızın Gelebilirim
Birgün, Rüştü Şardağ - Birgün
Dost Bildiklerim, Muzaffer Özpınar - Dost Bildiklerim
Vedat TÜRKALİ
İstanbul, Grup Baran - Bekle Bizi İstanbul
William SHAKESPEARE
Unut Gitsin, Ezginin Günlüğü - Unut Gitsin
66. Sone, Ezginin Günlüğü - Vazgeçtim
Yahya Kemal BEYATLI
Bir Başka Tepeden, Münir Nurettin Selçuk - Bir Başka Tepeden
Endülüs'te Raks, Münir Nurettin Selçuk - Endülüs'te Raks
Kandilli Yüzerken Uykularda, Münir Nurettin Selçuk - Kandilli Yüzerken Uykularda
Rindlerin Akşamı, Münir Nurettin Selçuk - Rindlerin Akşamı
Yılmaz ODABAŞI
Diyarbakır Hasreti, Ahmet Kaya - Diyarbakır Hasreti
Yakarım Geceleri, Ahmet Kaya - Yakarım Geceleri
Yusuf HAYALOĞLU
Adı Yılmaz, Ahmet Kaya - Adı Yılmaz
Ayrılığın Hediyesi, Ahmet Kaya - Ayrılığın Hediyesi
Başım Belada, Ahmet Kaya - Başım Belada
Başkaldırııyorum, Ahmet Kaya - Başkaldırıyorum
Beni Vur, Ahmet Kaya - Beni Vur
Bir Acayip Adam, Ahmet Kaya - Bir Acayip Adam
Bir Anka Kuşu, Ahmet Kaya - Bir Anka Kuşu
Bir Veda Havası, Ahmet Kaya - Bir Veda Havası
Birazdan Kudurur Deniz, Ahmet Kaya - Birazdan Kudurur Deniz
Biz Üç Kişiydik, Ahmet Kaya - Biz Üç Kişiydik
Bize Kalan, Ahmet Kaya - Bize Kalan
Bu Yalnızlık Benim, Ahmet Kaya - Bu Yalnızlık Benim
Dağlarda Kar Olsaydım, Ahmet Kaya - Dağlarda Kar Olsaydım
Demedim mi Haydar, Ahmet Kaya - Demedim mi Haydar
Dokunma Yanarsın, Ahmet Kaya - Dokunma Yanarsın
Diyarbakır Türküsü, Ahmet Kaya - Diyarbakır Türküsü
Entel Maganda, Ahmet Kaya - Entel Maganda
Fosso Nejdat, Ahmet Kaya - Fosso Nejdat
Giderim, Ahmet Kaya - Giderim
Hani Benim Gençliğim, Ahmet Kaya - Hani Benim Gençliğim
İçerden Çıkan Adam, Ahmet Kaya - İçerden Çıkan Adam
İyimser Bir Gül, Ahmet Kaya - İyimser Bir Gül
Kaçak ve Anne, Ahmet Kaya - Kaçak ve Anne
Kaçakçı Kurban, Ahmet Kaya - Kaçakçı Kurban
Kalan Kalır, Ahmet Kaya - Kalan Kalır
Kardelenler Açınca, Ahmet Kaya - Kardelenler Açınca
Kod Adı: Bahtiyar, Ahmet Kaya - Kod Adı: Bahtiyar
Nereden Bileceksiniz, Ahmet Kaya - Nereden Bileceksiniz
O Vahşi At, Ahmet Kaya - O Vahşi At
Sen Yanma Diye, Ahmet Kaya - Sen Yanma Diye
Tezgahtar Nebahat, Ahmet Kaya - Tezgahtar Nebahat
Yetiş Nerdesin, Ahmet Kaya - Yetiş Nerdesin
Yüreğim Kanıyor, Ahmet Kaya - Yüreğim Kanıyor
Halk Edebiyati Nazim Bicimleri
0
yorum
12:38
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: Halk Edebiyatı Nazım Biçimleri, halk edebiyatı nazım türleri, halk şiiri çeşitleri, halk şiiri türleri
Etiketler: Halk Edebiyatı Nazım Biçimleri, halk edebiyatı nazım türleri, halk şiiri çeşitleri, halk şiiri türleri
NAZIM BİÇİMLERİ
Bir eserin dış yapısına biçim denir. Eskiden buna şekil adı verilirdi. Edebiyatta biçim iki anlamda kullanılır:
a. Geniş anlamıyla: Bir eserin uzunluğu ve kısalığı, kuruluş özelliği (bölümlenişi, bölümlerin düzenlenişi, vb.), dili, üslûbu; nazımda ayrıca ölçeği, ayağı, bunların kullanılıp kuilanılmayışı, dizelerin kümelenişi, ayakların örülüsü.
b. Dar anlamıyla: Nazım'da dizelerin kümelenişi, ayakların (uyakların) örülüşü (ayak düzeni). Geniş anlamlı biçim anlayışından ayırmak için, buna, nazım biçimi (nazım şekli) denir.
Bir nazım satırına dize denir. (eskiden buna mısra denirdi). Hiçbir manzumeye bağlanmayan bağımsız bir dize, en küçük nazım biçimidir. Divan edebiyatında, bu yoldaki dizelere azade (bağımsız) adı verilirdi. Manzumeler, dizelerin birleşmesinden meydana gelir; o bakımdan, dize, bir manzumenin en küçük parçasıdır.
Bir manzumede dizeler, birer düşünce çevresinde kümelenirler. Belli sayıdaki dizelerin meydana getirdikleri bu kümelere bent adı verilir. Bentler, iki, üç, dört, beş, altı... vb. dizelik kümeler halinde olabilir. İki dizelik bende beyit denir (alt alta yazılan iki dizenin beyit sayılabilmesi için, bunların anlamca birbirlerine bağlı olmaları gereklidir); öteki kümelere de, dize sayısına göre, üçlük, dörtlük, beşlik, altılık... vb. adlar verilir. Manzumeler, bu yoldaki bentlerin birleşmelerinden meydana gelir.
Dizelerin kümelemenden ve ayakların sıralanış düzeninden (ayak örgüsünden) nazım biçimi doğar.
Nazım biçimlerinde, ölçü olarak kullanılan parçaya nazım birimi denir. Yeni edebiyatta nazım birimi dizedir. Divan edebiyatında beyit, halk edebiyatında dörtlüktür; yani, bugünkü nazımlar dize dize, Divan nazmı beyit beyit, Halk nazmı da dörtlük dörtlük işlenir.
Nazım biçimleri, kuramsal yazılarda şemalarla gösterilir, iki türlü şema kullanılmaktadır:
a. Nazmın biçimini çizgiler ve harflerle gösteren şema: Bu yoldaki şemalarda her dize bir çizgi ile gösterilir; dize kümelerinin arasındaki boşlukları belirtmek için de, çizgi kümelen arasında boşluk bırakılır; ayaklar (uyak), çizgilerin sonunda birer harfle belirtilir; aynı cins ayaklar (uyaklar) için aynı harfler kullanılır; ayaksız(uyaksız) dizeler " x " harfi ile belirtilir:
a-------------a
b-------------a
a ------------x
b-------------a
c-------------x
c-------------a
c-------------x
b-------------a
b. Nazmın biçimini yalnız harflerle gösteren şema: Bu yoldaki şemalarda çizgiler kullanılmaz; ayaklan gösteren harfler yan yana yazılır; bu şemada, harfler hem dizeleri, hem de ayaklan gösteriyor demektir. Dize kümelerinin arasındaki boşluklan belirtmek için de, harf kümeleri arasında bir boşluk bırakılır.
Yukarıda çizgi şeması ile gösterilen nazım biçimlerini harf şeması ile şöyle gösterebiliriz: abab cccb aaxa xaxa
Şeması çıkarılacak nazmın içinde eğer hiç değişmeden tekrarlanan dizeler varsa, onlar, her iki şemada da büyük harf ile gösterilir:
-------------a
-------------B
-------------a
-------------B
-------------c
-------------c
-------------c
-------------B
ya da: aBaB cccB
Türk edebiyatının üç büyük döneme ayrıldığını biliyoruz:
1. İslâmlıktan önceki Türk edebiyatı;
2. İslâm uygarlığı çevresindeki Türk edebiyatı
3. Batı uygarlığı çevresindeki Türk edebiyatı,
Türk edebiyatında kullanılan nazım biçimleri de, edebiyatımızın bu dönemleriyle koşuttur:
1. Halk edebiyatı nazım biçimleri (İslâmlık öncesi ve İslâmlık sonrası halk edebiyatını kapsar);
2. Divan edebiyatı nazım biçimleri;
3. Yeni yazım biçimleri.
Türk edebiyatında nazım biçiminin önemli bir yeri olmuştur. Gerek Divan, gerek Halk edebiyatının başlıca verimleri hep nazımla yazılmış ya da söylenmiştir. Yüzyıllarca süren her iki edebiyatta da, belli nazım biçimlerine titizlikle bağlı kalınmış; en küçük bir değişiklik yapılmamış, yapılması da düşünülmemiştir. İşte bundan dolayı, nazım biçiminde yapılan ufak bir değişiklik, edebiyatımızda büyük bir yenilik sayılmıştır. O kadar ki, Tanzimat'la başlayan yeni edebiyatın (1859'dan bu yana) kendi içindeki dönemleri dahi hep biçim değişikliğiyle bağlantılıdır. O bakımdan, yukarıda da söylediğimiz üzere, nazım biçiminin Türk edebiyatında önemli, aynı zamanda özel bir yeri vardır:
Tanzimat edebiyatının ikinci döneminde yetişen ozanlar (özellikle Abdülhak Hamit) Divan edebiyatı nazım biçimlerini bırakıp Batı edebiyatında gördükleri yeni biçimleri kullanmağa başlayınca, Batı sanatına yabancı olmayan kimseler (Muallim Naci, vb.) dahi tedirgin olmuş; büyük tartışmalara yol açmıştı. Edebiyat-ı Cedide (1896-1901) ozanları daha da ileriye gidip Fransız edebiyatında gördükleri nazım biçimlerini (sone, özgür müstezat, üç dizeli bent, vb.) ve yeni anlatım yöntemlerini aktarınca, tepki daha da büyük olmuş; Tanzimat edebiyatının önde gelen bazı sanatçıları bile buna katlanamamıştı (yüzde yüz Batı'ya bağlı romancı Ahmet Mithat Efendi, "dekadan" tartışmasını başlatmıştı). İkinci Meşrutiyet döneminde (1908-1922) başlayan "Millî Edebiyat" hareketinin sade dil, hece ölçeği ve halk edebiyatı nazım biçimleri kullanma girişimi, bu sefer de Edebiyat-ı Cedide sanatçılarının sert tepkisiyle karşılaşmıştı. Cumhuriyet döneminde yerli ve Batılı bütün klasik nazım biçimlerini bir yana iten "özgür nazım" da (1928), yine bir biçim değişikliğidir.
Edebiyatımıza yeni giren her biçim, kendi içeriğini de birlikte getirmiş; böylece, biçimle başlayan her yenilik, içerikle bütünleşerek, kimi zaman bir sanat reformu (Millî Edebiyat hareketi), kimi zaman da bir sanat devrimi (Tanzimat edebiyatı, özgür nazım) niteliği kazanmıştır.
Bir eserin dış yapısına biçim denir. Eskiden buna şekil adı verilirdi. Edebiyatta biçim iki anlamda kullanılır:
a. Geniş anlamıyla: Bir eserin uzunluğu ve kısalığı, kuruluş özelliği (bölümlenişi, bölümlerin düzenlenişi, vb.), dili, üslûbu; nazımda ayrıca ölçeği, ayağı, bunların kullanılıp kuilanılmayışı, dizelerin kümelenişi, ayakların örülüsü.
b. Dar anlamıyla: Nazım'da dizelerin kümelenişi, ayakların (uyakların) örülüşü (ayak düzeni). Geniş anlamlı biçim anlayışından ayırmak için, buna, nazım biçimi (nazım şekli) denir.
Bir nazım satırına dize denir. (eskiden buna mısra denirdi). Hiçbir manzumeye bağlanmayan bağımsız bir dize, en küçük nazım biçimidir. Divan edebiyatında, bu yoldaki dizelere azade (bağımsız) adı verilirdi. Manzumeler, dizelerin birleşmesinden meydana gelir; o bakımdan, dize, bir manzumenin en küçük parçasıdır.
Bir manzumede dizeler, birer düşünce çevresinde kümelenirler. Belli sayıdaki dizelerin meydana getirdikleri bu kümelere bent adı verilir. Bentler, iki, üç, dört, beş, altı... vb. dizelik kümeler halinde olabilir. İki dizelik bende beyit denir (alt alta yazılan iki dizenin beyit sayılabilmesi için, bunların anlamca birbirlerine bağlı olmaları gereklidir); öteki kümelere de, dize sayısına göre, üçlük, dörtlük, beşlik, altılık... vb. adlar verilir. Manzumeler, bu yoldaki bentlerin birleşmelerinden meydana gelir.
Dizelerin kümelemenden ve ayakların sıralanış düzeninden (ayak örgüsünden) nazım biçimi doğar.
Nazım biçimlerinde, ölçü olarak kullanılan parçaya nazım birimi denir. Yeni edebiyatta nazım birimi dizedir. Divan edebiyatında beyit, halk edebiyatında dörtlüktür; yani, bugünkü nazımlar dize dize, Divan nazmı beyit beyit, Halk nazmı da dörtlük dörtlük işlenir.
Nazım biçimleri, kuramsal yazılarda şemalarla gösterilir, iki türlü şema kullanılmaktadır:
a. Nazmın biçimini çizgiler ve harflerle gösteren şema: Bu yoldaki şemalarda her dize bir çizgi ile gösterilir; dize kümelerinin arasındaki boşlukları belirtmek için de, çizgi kümelen arasında boşluk bırakılır; ayaklar (uyak), çizgilerin sonunda birer harfle belirtilir; aynı cins ayaklar (uyaklar) için aynı harfler kullanılır; ayaksız(uyaksız) dizeler " x " harfi ile belirtilir:
a-------------a
b-------------a
a ------------x
b-------------a
c-------------x
c-------------a
c-------------x
b-------------a
b. Nazmın biçimini yalnız harflerle gösteren şema: Bu yoldaki şemalarda çizgiler kullanılmaz; ayaklan gösteren harfler yan yana yazılır; bu şemada, harfler hem dizeleri, hem de ayaklan gösteriyor demektir. Dize kümelerinin arasındaki boşluklan belirtmek için de, harf kümeleri arasında bir boşluk bırakılır.
Yukarıda çizgi şeması ile gösterilen nazım biçimlerini harf şeması ile şöyle gösterebiliriz: abab cccb aaxa xaxa
Şeması çıkarılacak nazmın içinde eğer hiç değişmeden tekrarlanan dizeler varsa, onlar, her iki şemada da büyük harf ile gösterilir:
-------------a
-------------B
-------------a
-------------B
-------------c
-------------c
-------------c
-------------B
ya da: aBaB cccB
Türk edebiyatının üç büyük döneme ayrıldığını biliyoruz:
1. İslâmlıktan önceki Türk edebiyatı;
2. İslâm uygarlığı çevresindeki Türk edebiyatı
3. Batı uygarlığı çevresindeki Türk edebiyatı,
Türk edebiyatında kullanılan nazım biçimleri de, edebiyatımızın bu dönemleriyle koşuttur:
1. Halk edebiyatı nazım biçimleri (İslâmlık öncesi ve İslâmlık sonrası halk edebiyatını kapsar);
2. Divan edebiyatı nazım biçimleri;
3. Yeni yazım biçimleri.
Türk edebiyatında nazım biçiminin önemli bir yeri olmuştur. Gerek Divan, gerek Halk edebiyatının başlıca verimleri hep nazımla yazılmış ya da söylenmiştir. Yüzyıllarca süren her iki edebiyatta da, belli nazım biçimlerine titizlikle bağlı kalınmış; en küçük bir değişiklik yapılmamış, yapılması da düşünülmemiştir. İşte bundan dolayı, nazım biçiminde yapılan ufak bir değişiklik, edebiyatımızda büyük bir yenilik sayılmıştır. O kadar ki, Tanzimat'la başlayan yeni edebiyatın (1859'dan bu yana) kendi içindeki dönemleri dahi hep biçim değişikliğiyle bağlantılıdır. O bakımdan, yukarıda da söylediğimiz üzere, nazım biçiminin Türk edebiyatında önemli, aynı zamanda özel bir yeri vardır:
Tanzimat edebiyatının ikinci döneminde yetişen ozanlar (özellikle Abdülhak Hamit) Divan edebiyatı nazım biçimlerini bırakıp Batı edebiyatında gördükleri yeni biçimleri kullanmağa başlayınca, Batı sanatına yabancı olmayan kimseler (Muallim Naci, vb.) dahi tedirgin olmuş; büyük tartışmalara yol açmıştı. Edebiyat-ı Cedide (1896-1901) ozanları daha da ileriye gidip Fransız edebiyatında gördükleri nazım biçimlerini (sone, özgür müstezat, üç dizeli bent, vb.) ve yeni anlatım yöntemlerini aktarınca, tepki daha da büyük olmuş; Tanzimat edebiyatının önde gelen bazı sanatçıları bile buna katlanamamıştı (yüzde yüz Batı'ya bağlı romancı Ahmet Mithat Efendi, "dekadan" tartışmasını başlatmıştı). İkinci Meşrutiyet döneminde (1908-1922) başlayan "Millî Edebiyat" hareketinin sade dil, hece ölçeği ve halk edebiyatı nazım biçimleri kullanma girişimi, bu sefer de Edebiyat-ı Cedide sanatçılarının sert tepkisiyle karşılaşmıştı. Cumhuriyet döneminde yerli ve Batılı bütün klasik nazım biçimlerini bir yana iten "özgür nazım" da (1928), yine bir biçim değişikliğidir.
Edebiyatımıza yeni giren her biçim, kendi içeriğini de birlikte getirmiş; böylece, biçimle başlayan her yenilik, içerikle bütünleşerek, kimi zaman bir sanat reformu (Millî Edebiyat hareketi), kimi zaman da bir sanat devrimi (Tanzimat edebiyatı, özgür nazım) niteliği kazanmıştır.
Edebi Sanatlar - Soz Sanatlari
0
yorum
12:35
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: Edebi Sanatlar, edebi sanatlar konu anlatımı, edebi sanatlar örnekler, söz sanatları konu anlatımı, söz sanatları ve örnekler
Etiketler: Edebi Sanatlar, edebi sanatlar konu anlatımı, edebi sanatlar örnekler, söz sanatları konu anlatımı, söz sanatları ve örnekler
A) Mecaza Dayalı Söz Sanatları
Mecaz (Değişmece),Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması,Düz Değişmece)
Teşbih (Benzetme),İstiare (Eğretileme / Deyim Aktarmaları),
Teşhis (Kişileştirme),İntak (Konuşturma),Kinaye (Değinmece),
Tariz (Dokundurma,İğneleme)
B) Anlama Dayalı Söz Sanatları
Hüsn-i Talil (Güzel neden bulma),Tecâhül-i Ârif (Bilip de bilmezlikten gelme ),
Tenasüp (Uygunluk), Leff ü Neşr, Mübalağa (Abartma),
Tezat (Karşıtlık),Tekrir (Yineleme),Telmih (Hatırlatma),Tevriye,
İstifham (Soru sorma),İrsâl-i Mesel, Rücû, Terdîd, İktibas,Îham.
MECAZ (DEĞİŞMECE)
Bir sözcüğün gerçek anlamlarından (temel ve yan anlamlarından) sıyrılarak,başka bir sözcüğün yerinde kullanılmasıdır. Sözcükler cümle içerisinde ya da en azından başka sözcüklerle öbekleşerek mecazlı anlam kazanır.Deyimler,mecazlı öbeklerin en tipik örnekleridir. Atasözlerinde de mecaz bolca kullanılır.
Sözcüğe mecazlı anlam yüklenmesinde iki ana yöntem vardır:
a) Benzetmelerden yararlanılarak gerçekleştirilen anlam aktarmamaları ;
bir başka deyişle "benzetme ilgisine dayalı" mecazlar (Benzetme, eğretileme,kişileştirme,kinaye,tariz,abartma)
b) Benzetme dışı ilgilerle gerçekleştirilen mecazlar (Mecaz-ı mürsel, ad aktarması) Her iki durumda da sözcüğün gerçek anlamından (temel ve yan) uzaklaşıp başka bir sözcüğün yerini alması,değişim söz konusudur.
* " Günler akıp gidiyor."
Akmak sözcüğü mecazlıdır. Günler,akıcı bir maddeye,mesela bir suya benzetilerek mecaz gerçekleştirilmiştir."akıp" sözcüğü,değişmece yoluyla "geçip" sözcüğünün yerini almıştır.
* "O kadar susamış ki bardağı bir dikişte bitirdi."
Sözü edilen kişi bardağı değil,içindeki suyu içmiştir."bardak" sözcüğü"su" sözcüğünün yerini almıştır.Benzerlik söz konusu değildir. İç - dış ilgisiyle mecaz gerçekleştirilmiştir.
Uyarı!
Mecazlı kullanımı ayırt etmenin bir yolu da, sözcüğün yeni kazandığı anlamın gerçekte mümkün olup olmadığına bakmaktır.Mesela yukarıdaki kullanımlarda günlerin,gerçek bir su gibi akması mümkün değildir.Su içerken bardağın "bitmesi" şöyle dursun,bir zerresinin eksilmesi bile düşünülemez.
ÖRNEKLER
*"Duygularımız içimize sığmadı, "alkış" ve "bravo" larla dışarıya döküldü.
Duygular akıcı bir maddeye benzetilmiş,"sığmamak" ve "dökülmek" sözcükleri mecazlı kullanılmıştır.
* "Bu işçi biraz daha pişmek ister." (soyut; olgunlaşmak anlamında)
*Barış umutları yeşerdi." (soyut; oluşmak anlamında)
* "Serin ama tatlı bir ilkbahar akşamıydı." (soyut; hoş anlamında)
* "Olaylara bir de bu gözle bakmalısın." (anlayış anlamında)
* "Yeni idarecimizin davranışları hamdı." (tecrübesizlik )
* "Ölçülü davranışları vardı." (seviyeli)
DİKKAT!
Mecaz anlamlılıklar sözcük,deyim,argo ve atasözü düzeylerinde görülebilir:
* "Lodos soğuğu kırdı." (sözcük düzeyinde)
* "Onun ne zamandır kırdığı ceviz kırkı aşıyordu zaten." (deyim)
* "Seni görünce kirişi kırdı tabii." (argo)
* "Ana sorunumuz bu değil." (sözcük)
* "Borsada kaybedince kafayı yedi." (argo)
* "Bu boş kafalar gelişmemizi engelliyor." (sözcük)
* "Her işte kılı kırk yarardı." (deyim)
* "Ateş düştüğü yeri yakar." (atasözü)
Aşağıdaki örnekleri inceleyiniz.
1. "Bildiğim kadarıyla o evine bağlı bir insandır."
Anlamı: Düzeyi:
2. "Babam:'Kalk,su getir.'dedi;kardeşim oralı olmadı."
Anlamı: Düzeyi:
3. "Bu acı olay hepimizi derinden etkiledi."
Anlamı: Düzeyi:
4. "Bakanın istifasından sonra yoğun bir koltuk kavgası başladı."
Anlamı: Düzeyi:
5. "Sizin böyle bir işte harcanmanızı istemem."
Anlamı: Düzeyi:
6. "Çocuğu çok sıkıyorlar."
Anlamı: Düzeyi:
7. "Ne diyelim, talih bizimle oynuyor."
Anlamı: Düzeyi:
8. "Hayatımda onun kadar tilki bir adam görmedim."
Anlamı: Düzeyi:
9. "Su testisi su yolunda kırılır."
Anlamı: Düzeyi:
10. "Hiçbir şeyi beğenmez;her şeye burun kıvırırdı."
Anlamı: Düzeyi:
11. "Taşıma su ile değirmen dönmez."
Anlamı: Düzeyi:
12. "Sanıyorum bu işte onun da parmağı var."
Anlamı: Düzeyi:
13. "Oturup dururken ne parlıyorsun,sana bir şey diyen mi var?"
Anlamı: Düzeyi:
14. "Ağzı süt kokan sanatçılar bile bize akıl vermek istediler."
Anlamı: Düzeyi:
15. "Biz ne dersek diyelim karşı duruyor,bildiğinden şaşmıyordu."
Anlamı: Düzeyi:
16. "Vatan borcu biter bitmez ordayım."
Anlamı: Düzeyi:
17. "Bu öğrenci diğerinden bir gömlek daha bilgili."
Anlamı: Düzeyi:
Argo Düzeyinde Mecaz: Toplumda herkesçe kullanılan dilden ayrı olarak belirli kesimlerce kullanılan ancak genel dilin içinde yer alan ve ondan türeyen özel dile argo denir.
GERÇEK ANLAM ARGO ANLAM
Çok sövmek- kalaylamak
kolayca kandırılabilen -keriz
hapishane- dam,delik,kodes,kafes
esrar- ot
öldürmek- nallamak
Mecaz (Değişmece),Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması,Düz Değişmece)
Teşbih (Benzetme),İstiare (Eğretileme / Deyim Aktarmaları),
Teşhis (Kişileştirme),İntak (Konuşturma),Kinaye (Değinmece),
Tariz (Dokundurma,İğneleme)
B) Anlama Dayalı Söz Sanatları
Hüsn-i Talil (Güzel neden bulma),Tecâhül-i Ârif (Bilip de bilmezlikten gelme ),
Tenasüp (Uygunluk), Leff ü Neşr, Mübalağa (Abartma),
Tezat (Karşıtlık),Tekrir (Yineleme),Telmih (Hatırlatma),Tevriye,
İstifham (Soru sorma),İrsâl-i Mesel, Rücû, Terdîd, İktibas,Îham.
MECAZ (DEĞİŞMECE)
Bir sözcüğün gerçek anlamlarından (temel ve yan anlamlarından) sıyrılarak,başka bir sözcüğün yerinde kullanılmasıdır. Sözcükler cümle içerisinde ya da en azından başka sözcüklerle öbekleşerek mecazlı anlam kazanır.Deyimler,mecazlı öbeklerin en tipik örnekleridir. Atasözlerinde de mecaz bolca kullanılır.
Sözcüğe mecazlı anlam yüklenmesinde iki ana yöntem vardır:
a) Benzetmelerden yararlanılarak gerçekleştirilen anlam aktarmamaları ;
bir başka deyişle "benzetme ilgisine dayalı" mecazlar (Benzetme, eğretileme,kişileştirme,kinaye,tariz,abartma)
b) Benzetme dışı ilgilerle gerçekleştirilen mecazlar (Mecaz-ı mürsel, ad aktarması) Her iki durumda da sözcüğün gerçek anlamından (temel ve yan) uzaklaşıp başka bir sözcüğün yerini alması,değişim söz konusudur.
* " Günler akıp gidiyor."
Akmak sözcüğü mecazlıdır. Günler,akıcı bir maddeye,mesela bir suya benzetilerek mecaz gerçekleştirilmiştir."akıp" sözcüğü,değişmece yoluyla "geçip" sözcüğünün yerini almıştır.
* "O kadar susamış ki bardağı bir dikişte bitirdi."
Sözü edilen kişi bardağı değil,içindeki suyu içmiştir."bardak" sözcüğü"su" sözcüğünün yerini almıştır.Benzerlik söz konusu değildir. İç - dış ilgisiyle mecaz gerçekleştirilmiştir.
Uyarı!
Mecazlı kullanımı ayırt etmenin bir yolu da, sözcüğün yeni kazandığı anlamın gerçekte mümkün olup olmadığına bakmaktır.Mesela yukarıdaki kullanımlarda günlerin,gerçek bir su gibi akması mümkün değildir.Su içerken bardağın "bitmesi" şöyle dursun,bir zerresinin eksilmesi bile düşünülemez.
ÖRNEKLER
*"Duygularımız içimize sığmadı, "alkış" ve "bravo" larla dışarıya döküldü.
Duygular akıcı bir maddeye benzetilmiş,"sığmamak" ve "dökülmek" sözcükleri mecazlı kullanılmıştır.
* "Bu işçi biraz daha pişmek ister." (soyut; olgunlaşmak anlamında)
*Barış umutları yeşerdi." (soyut; oluşmak anlamında)
* "Serin ama tatlı bir ilkbahar akşamıydı." (soyut; hoş anlamında)
* "Olaylara bir de bu gözle bakmalısın." (anlayış anlamında)
* "Yeni idarecimizin davranışları hamdı." (tecrübesizlik )
* "Ölçülü davranışları vardı." (seviyeli)
DİKKAT!
Mecaz anlamlılıklar sözcük,deyim,argo ve atasözü düzeylerinde görülebilir:
* "Lodos soğuğu kırdı." (sözcük düzeyinde)
* "Onun ne zamandır kırdığı ceviz kırkı aşıyordu zaten." (deyim)
* "Seni görünce kirişi kırdı tabii." (argo)
* "Ana sorunumuz bu değil." (sözcük)
* "Borsada kaybedince kafayı yedi." (argo)
* "Bu boş kafalar gelişmemizi engelliyor." (sözcük)
* "Her işte kılı kırk yarardı." (deyim)
* "Ateş düştüğü yeri yakar." (atasözü)
Aşağıdaki örnekleri inceleyiniz.
1. "Bildiğim kadarıyla o evine bağlı bir insandır."
Anlamı: Düzeyi:
2. "Babam:'Kalk,su getir.'dedi;kardeşim oralı olmadı."
Anlamı: Düzeyi:
3. "Bu acı olay hepimizi derinden etkiledi."
Anlamı: Düzeyi:
4. "Bakanın istifasından sonra yoğun bir koltuk kavgası başladı."
Anlamı: Düzeyi:
5. "Sizin böyle bir işte harcanmanızı istemem."
Anlamı: Düzeyi:
6. "Çocuğu çok sıkıyorlar."
Anlamı: Düzeyi:
7. "Ne diyelim, talih bizimle oynuyor."
Anlamı: Düzeyi:
8. "Hayatımda onun kadar tilki bir adam görmedim."
Anlamı: Düzeyi:
9. "Su testisi su yolunda kırılır."
Anlamı: Düzeyi:
10. "Hiçbir şeyi beğenmez;her şeye burun kıvırırdı."
Anlamı: Düzeyi:
11. "Taşıma su ile değirmen dönmez."
Anlamı: Düzeyi:
12. "Sanıyorum bu işte onun da parmağı var."
Anlamı: Düzeyi:
13. "Oturup dururken ne parlıyorsun,sana bir şey diyen mi var?"
Anlamı: Düzeyi:
14. "Ağzı süt kokan sanatçılar bile bize akıl vermek istediler."
Anlamı: Düzeyi:
15. "Biz ne dersek diyelim karşı duruyor,bildiğinden şaşmıyordu."
Anlamı: Düzeyi:
16. "Vatan borcu biter bitmez ordayım."
Anlamı: Düzeyi:
17. "Bu öğrenci diğerinden bir gömlek daha bilgili."
Anlamı: Düzeyi:
Argo Düzeyinde Mecaz: Toplumda herkesçe kullanılan dilden ayrı olarak belirli kesimlerce kullanılan ancak genel dilin içinde yer alan ve ondan türeyen özel dile argo denir.
GERÇEK ANLAM ARGO ANLAM
Çok sövmek- kalaylamak
kolayca kandırılabilen -keriz
hapishane- dam,delik,kodes,kafes
esrar- ot
öldürmek- nallamak
Hece Olcusu
0
yorum
12:32
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: Hece Ölçüsü, hece ölçüsü nasıl hesaplanır, hece ölçüsü nedir, hece ölçüsü ve özellikleri, ölçülü şiir örnekleri
Etiketler: Hece Ölçüsü, hece ölçüsü nasıl hesaplanır, hece ölçüsü nedir, hece ölçüsü ve özellikleri, ölçülü şiir örnekleri
1. Şiirde mısralar arası hece sayısı eşitliğine dayanır.
2. Türkçe kelimelerde hemen hemen bütün heceler eş değerde söylenir. Hecelerde kalınlık, incelik, uzunluk, kısalık farkı gözetilmez. Bu bakımdan hece ölçüsü Türk dilinin yapısına da en uygun ölçüdür.
3. Milli ölçümüzdür.
4. Hece ölçüsüne parmak hesabı da denilir.
5. Hece ölçüsü, Türk edebiyatının başlangıcından bu yana kullanılmıştır. İslamiyetten sonra Divan edebiyatında aruz ölçüsü kullanılırken, Halk edebiyatında hece ölçüsü kullanılmaya devam etmiştir. .
6. Hece ölçüsünün "hece sayısı" ve "duraklar" olmak üzere iki temel özelliği vardır.
a. Hece Sayısı
Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı demektir.
Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da ->11 hece
Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır ->11 hece
Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da ->11 hece
Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir ->11 hece
Bu dörtlükteki bütün dizeler 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece ölçüsünün 11'li kalıbıyla yazılmıştır.
Bu da ğı a şam de dim
A şam do la şam de dim
Bir ha yır sız yâr i çin
Her ke se pa şam de dim
Bu dörtlük 7'li hece kalıbıyla yazılmıştır.
Baş ka sa nat bil me yiz, kar şı mız da du rur ken
Söy len me miş bir ma sal gi bi A na do lu'muz
Bu şiir Hece Ölçüsünün 14'lü kalıbıyla yazılmıştır.
b. Durak
Hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ahengi artırmak amacıyla mısralar belli yerlerinden ayrılır. Bu ayrım yerlerine durak (durgunlanma) denir.
1. Durak, ahenk sağlayan bir çeşit ses kesimidir.
2. Sözün gidişi zorlanmadan şiir okuyucusuna bir nefes payı bırakılmıştır.
3. Duraklarda kelimelerden ortalarından bölünemez. İyi bir durakta kelime mutlaka bitmiştir.
Not: Bir şiirde, bütün dizelerin durakları aynı olabileceği gibi, belli dizelerde farklı duraklar da kullanılabilir. Bir şiirin her dizesinde farklı duraklar kullanılmışsa, o şiir duraksız kabul edilir.
4. Hece ölçüsünde ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı duraklar kullanılmıştır.
Kalıplar:
1. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde, bir mısradaki hece sayısı o şiirin kalıbıdır.
2. Hece ölçüsünde "ikili" den "yirmili" ye kadar kalıp vardır.
3. Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplar yedili, sekizli, onbirli, ondörtlü kalıplardır.
Yedili kalıp:
Giderim-/yolum yaya 3+4=7'li hece ölçüsü
Cemâlin-/benzer aya
Eridim-/hayal oldum
Günleri-/saya saya
Sekizli kalıp:
Gel dilberim-/kan eyleme 4+4=8'li hece ölçüsü
Seni kandan-/ sakınırım
Doğan aydan / esen yelden
Seni gülden / sakınırım (Âşık Ömer)
Hece ölçüsünün on birli kalıbı:
İptida Bağdad'a / sefer olanda 6+5=11'li hece ölçüsü
Atladı hendeği / geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar / kaptı sancağı
İletti, bedene / dikti Genç Osman ( Kayıkçı Kul Mustafa )
Hece ölçüsünün on dörtlü kalıbı:
Başka sanat bilmeyiz / karşımızda dururken 7+7=14'lü hece ölçüsü.
Söylenmemiş bir masal / gibi Anadolu'muz
Arkadaş, biz bu yolda/ türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun / ayrılıyor yolumuz ( Faruk Nafiz Çamlıbel)
Duraksız şiir: (Hece ölçüsünün on birli kalıbı):
Bir düşünsen, yarıyı geçti ömrüm 11
Gençlik böyledir işte, gelir gider; 11
Ve kırılır sonra kolun kanadın; 11
Koşarsın pencereden pencereye 11 (Cahit Sıtkı Tarancı)
Yukarıdaki dörtlüğü oluşturan bütün dizelerdeki hece sayısı 11'dir. Fakat bütün dizelerde duraklar aynı yerde değildir. Kelimeler ortadan bölünemeyeceğine göre bu dörtlüğü duraksız kâbul etmek zorundayız. Bu durumda yukarıdaki şiir hece ölçüsünün 11'li kalıbıyla ve duraksız olarak yazılmıştır diyebiliriz.
2. Türkçe kelimelerde hemen hemen bütün heceler eş değerde söylenir. Hecelerde kalınlık, incelik, uzunluk, kısalık farkı gözetilmez. Bu bakımdan hece ölçüsü Türk dilinin yapısına da en uygun ölçüdür.
3. Milli ölçümüzdür.
4. Hece ölçüsüne parmak hesabı da denilir.
5. Hece ölçüsü, Türk edebiyatının başlangıcından bu yana kullanılmıştır. İslamiyetten sonra Divan edebiyatında aruz ölçüsü kullanılırken, Halk edebiyatında hece ölçüsü kullanılmaya devam etmiştir. .
6. Hece ölçüsünün "hece sayısı" ve "duraklar" olmak üzere iki temel özelliği vardır.
a. Hece Sayısı
Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı demektir.
Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da ->11 hece
Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır ->11 hece
Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da ->11 hece
Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir ->11 hece
Bu dörtlükteki bütün dizeler 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece ölçüsünün 11'li kalıbıyla yazılmıştır.
Bu da ğı a şam de dim
A şam do la şam de dim
Bir ha yır sız yâr i çin
Her ke se pa şam de dim
Bu dörtlük 7'li hece kalıbıyla yazılmıştır.
Baş ka sa nat bil me yiz, kar şı mız da du rur ken
Söy len me miş bir ma sal gi bi A na do lu'muz
Bu şiir Hece Ölçüsünün 14'lü kalıbıyla yazılmıştır.
b. Durak
Hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ahengi artırmak amacıyla mısralar belli yerlerinden ayrılır. Bu ayrım yerlerine durak (durgunlanma) denir.
1. Durak, ahenk sağlayan bir çeşit ses kesimidir.
2. Sözün gidişi zorlanmadan şiir okuyucusuna bir nefes payı bırakılmıştır.
3. Duraklarda kelimelerden ortalarından bölünemez. İyi bir durakta kelime mutlaka bitmiştir.
Not: Bir şiirde, bütün dizelerin durakları aynı olabileceği gibi, belli dizelerde farklı duraklar da kullanılabilir. Bir şiirin her dizesinde farklı duraklar kullanılmışsa, o şiir duraksız kabul edilir.
4. Hece ölçüsünde ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı duraklar kullanılmıştır.
Kalıplar:
1. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde, bir mısradaki hece sayısı o şiirin kalıbıdır.
2. Hece ölçüsünde "ikili" den "yirmili" ye kadar kalıp vardır.
3. Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplar yedili, sekizli, onbirli, ondörtlü kalıplardır.
Yedili kalıp:
Giderim-/yolum yaya 3+4=7'li hece ölçüsü
Cemâlin-/benzer aya
Eridim-/hayal oldum
Günleri-/saya saya
Sekizli kalıp:
Gel dilberim-/kan eyleme 4+4=8'li hece ölçüsü
Seni kandan-/ sakınırım
Doğan aydan / esen yelden
Seni gülden / sakınırım (Âşık Ömer)
Hece ölçüsünün on birli kalıbı:
İptida Bağdad'a / sefer olanda 6+5=11'li hece ölçüsü
Atladı hendeği / geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar / kaptı sancağı
İletti, bedene / dikti Genç Osman ( Kayıkçı Kul Mustafa )
Hece ölçüsünün on dörtlü kalıbı:
Başka sanat bilmeyiz / karşımızda dururken 7+7=14'lü hece ölçüsü.
Söylenmemiş bir masal / gibi Anadolu'muz
Arkadaş, biz bu yolda/ türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun / ayrılıyor yolumuz ( Faruk Nafiz Çamlıbel)
Duraksız şiir: (Hece ölçüsünün on birli kalıbı):
Bir düşünsen, yarıyı geçti ömrüm 11
Gençlik böyledir işte, gelir gider; 11
Ve kırılır sonra kolun kanadın; 11
Koşarsın pencereden pencereye 11 (Cahit Sıtkı Tarancı)
Yukarıdaki dörtlüğü oluşturan bütün dizelerdeki hece sayısı 11'dir. Fakat bütün dizelerde duraklar aynı yerde değildir. Kelimeler ortadan bölünemeyeceğine göre bu dörtlüğü duraksız kâbul etmek zorundayız. Bu durumda yukarıdaki şiir hece ölçüsünün 11'li kalıbıyla ve duraksız olarak yazılmıştır diyebiliriz.
Aruz Olcusu - Vezni
0
yorum
12:30
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: Aruz, aruz hataları, aruz nedir, Aruz Ölçüsü, aruz ölçüsü kalıpları, aruz ölçüsü nedir, aruz ölçüsüne örnekler, aruz vezni nedir
Etiketler: Aruz, aruz hataları, aruz nedir, Aruz Ölçüsü, aruz ölçüsü kalıpları, aruz ölçüsü nedir, aruz ölçüsüne örnekler, aruz vezni nedir
Aruz, Arapça bir kelimedir ve "Çadırın ortasına dikilen direk" anlamına gelir. Bir edebiyat terimi olarak "hecelerin uzunluk ve kısalıkları temeline dayanan nazım ölçüsü" demektir.
1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İran Edebiyatı'na geçen bu ölçü, 11. yüzyıldan itibaren Türk şairlerince de uygulanmaya başlanmıştır.
2. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü, aslında Türkçe'nin kelime yapısına uygun değildir. Bu yüzden Aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe'nin kelimelerini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk dilinin kelime hazinesinin giderek yabancı kelimelerle dolmasına yol açmış, böylece şairlerin güzel kullanışlarından mahrum kalan Türkçe, anlam ve kavram bakımından yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Diğer yandan Türkçe, aldığı bu yabancı kelime ve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur. Aruzla birlikte, halk arasında yaşamaya devam eden milli şiir ölçümüz hece, bu yoksullaşmayı bir ölçüde durdurmuş ve Türkçe kendi geleneği içinde varlığını sürdürmüştür.
3.1908'den sonra şairler arasında başlayan aruz hece tartışması, hecenin zaferi ile sonuçlanmış; ancak Divan Edebiyatı nazım ölçüsü olan aruzun da artık bir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir.
4. Aruz ölçüsü daha çok Divan Edebiyatında kullanılır.
5. Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacib'in yazdığı Kutadgu Bilig'dir.
6. Aruz XI. asırdan beri heceyle beraber kullandığımız ölçüdür. Bu ölçü zamanla Türkçe'ye en iyi şekilde uygulanmış. Mehmet Âkif Ersoy, Yahya Kemâl Beyatlı, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerimizin elinde ustalıkla kullanılmıştır.
Not: Aruz ölçüsünün temeli, hecelerin uzun ve kısa olmaları özelliğine dayanır. Ölçünün doğru bulunması için önce mısradaki hecelerin değerinin tespit edilmesi gerekir. Aruz vezninde heceler iki şekilde değerlendirilir.
Açık / kısa heceler ( . ) ( v ) | Kapalı / uzun heceler ( - )
1.Açık / kısa heceler :
1. Ünlülerle biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde ( . ) ve ( v ) işaretleriyle gösterilir.
3. Açık - kısa hecelerin ses değerleri "yarım" kabul edilir.
2. Kapalı / uzun heceler: Tam ses değeri taşıyan hecelerdir.
1. Ünsüzlerle ve dilimize Arapça ve Farsça'dan geçmiş uzun ünlüler (â, î, û )'le biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde (-) işaretiyle gösterilir.
3. Kapalı- uzun hecelerin ses değeri "tam"dır.
Not 1: Arapça ve gelme Farsça'dan gelme uzun ünlülerle kurulan ( âb, ûl.) gibi iki sesli hecelerle; ( rûy, rûy, cûy.) gibi üç sesliler yerine göre, aruzda bir buçuk hece değerinde tutulur ve (- . ) işaretiyle gösterilir. Yine bu dillerden gelen iki ünsüz bitişik düzende olan (aşk, ahd.) gibi heceler de, yerine göre bir buçuk hece değerinde kabul edilir.
Not 2: dize sonundaki bütün heceler uzun - kapalı ( - ) hece kabul edilir. Yani dize sonundaki ses ister uzun ister kısa olsun, mutlaka uzundur.
1- Aruz ölçüsünde heceler açık (kısa), kapalı (uzun) ve medli (uzatılmış) hece olmak üzere üçe ayrılır.
2- Başlıca tef'ileler şunlardır:
Fa' (-)
Fe ul (. -)
Fa' lün (- -)
Fe i lün (. . -)
Fâ i lün (- . -)
Fe û lün (. - -)
Mef û lü (- - .)
Fe i lâ tün (. . - -)
Fâ i lâ tün (- . - -)
Fâ i lâ tü (- . - .)
Me fâ i lün (. - . -)
Me fâ î lün (. - - -)
Me fâ î lü (. - - .)
Müf te i lün (- . . -)
Müs tef i lün (- - . -)
Mü te fâ i lün (. . - . -).
Burada tef'ilelerle parantez içindeki hecelerinin değerlerinin aynı olduğuna dikkat ediniz.
Bu temel parçaların birleşmesinden 8 ana kalıp ortaya çıkmıştır:
1.fa'ûlün (fe'ûlün) (._ _)
2.fâ'ilün, fâ'ilât (_._)
3.mefâ'ilün (._._)
4.fâ'ilâtün (_._ _)
5.müstef'ilün (_ _._)
6.mef'ûlâtü (_ _ _ .)
7.müfâ'aletün (._.._)
8.mütefâ'ilün (.._._)
Her beyitte en az dördü bulunan bu parçalara tef'il, tef'ile ya da cüz adı verilir.
3- Aruz vezninde tef'ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tef'ilelerde durgu yapılmaz.
4- Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Zihaf ise imalenin tersine uzun heceyi kısa yapmayı sağlar. Hece ölçüsünde böyle bir mesele yoktur. Türk edebiyatında imale çok sayıda bulunmakla beraber zihaf kusuru hoş karşılanmadığı için çok az yapılmıştır.
5- Farsça tamlama eki olan "-i" ile "ve" anlamındaki "ü, vü" bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.
6- Medli heceler hafif bir "i, ı" sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi bahâr[ı], eşkden kelimesi ise eşk[i]den şeklinde söylenmelidir.
7- Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef'ile bazı mısralarda Fâilâtün, son tef'ile ise Fa'lün olabilir. Bu sadece bu kalıba özgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerek yoktur. Farklı tef'ile parantez içinde hemen altında gösterilir.
8- Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olup Türk aruzu Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı olmuştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı'nın hece ölçüsüyle yazıldığını zanneder. Oysa bu marş aruzun "Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün" kalıbıyla yazılmıştır.
9- Aruzla yazılan bir şiirin hece sayısı bazan eşit olabilir. Mısralardaki açık kapalı dizilişinin aynı olması o şiirin aruzla yazıldığın gösterir.
Cânı cânânı bütün vârımı alsın da Hüdâ (15 hece)
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ (15 hece)
10- Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir. Ulama kapalı heceyi açık yapar. Ulama genellikle yapılır; fakat her zaman yapılmak mecburiyetinde değildir.
11- Servet-i Fünun edebiyatçıları bir şiirde değişik aruz kalıpları kullanmak suretiyle serbest vezne zemin hazırlamışlardır. Cenap Şahabetin'in "Elhân-ı Şita" adlı şiiri bu şekilde yazılmıştır. Bu şiirdeki bazı mısralar Feilâtün / Mefâilün / Feilün, bazı mısralar ise Mef'ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün kalıbıyla yazılmıştır.
12- Bir şiirin vezni en az iki mısradan hareket ederek bulunabilir. Tek mısraa bakarak vezin bulunmaz.
13- Bir şiirin vezni bulunurken şu işlemler yapılır:
a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederek yazmalıyız.
b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tesbit edilir.
c) Medli hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edilirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarak medli hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.
d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en sonra o ihtimal düşünülür.
e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi ve nokta şeklinde ayrı bir yere geçilir. Mısra sayısına göre tef'ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef'ile en az heceden oluşur. Genelde az heceli Fa', Fe i lün, Fâ i lün gibi tef'ileler sonda bulunur.
f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat etmelidir.
ARUZ KALIPLARIYLA İLGİLİ UYGULAMALAR
1. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Saçma ey gö/z eşk[i]den gön / lümdeki od / lare su
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _
Kim bu denlü / tutuşan od / lare kılmaz / çâre su
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Fuzûlî
2. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Dinle neyden / kim hikâyet / etmede
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _
Ayrılıklar / dan şikâyet / etmede
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Nahifî
3. Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün
(Fâilâtün) (Fa'lün)
Hani ol gül / gülerek gel / diği demler / şimdi
. . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / _ _
Ağlarım hâ / tıra geldik / çe gülüştük / lerimiz
_ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ Mâhir
4. Feilâtün / Feilâtün / Feilün
(Fâilâtün) (Fa'lün)
Ne Süleymân / ne Selîm'in / kuluyuz
. . _ _ / . . _ _ / . . _
Hazret-i Rab / b-i rahîmin / kuluyuz
_ . _ _ / . . _ _ / . . _ Esrar Dede
5. Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün
Anı hoş tut / garîbindir / efendi iş / te biz gittik
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _
Gönül derler / ser-i kûyun / da bir dîvâ / nemiz kaldı
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ (Hayâlî)
6. Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün
Geçer firkat / zamânı böy / le kalmaz
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _
Sağ olsun sev / diğim Mevlâ / kerimdir
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ Nâilî
7. Mefâilün / Feilâtün / Mefâilün / Feilün
Cihânda â / şık-ı mehcû / r[ı) sanma râ / hat olur
. _ . _ / . . _ _ / . _ _ _ / _ . _
Neler çeker / bu gönül söy / lesem şikâ / yet olur
. _ . _ / . . _ _ / . _ . _ / _ . _ Şeyhülislâm Yahya
8. Mef'ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün
Ağlatma / yacaktın yo / la baktırma / yacaktın
_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _
Ol va'de / -i tekrâr[ı] / -be-tekrârı / unutma
_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _ Esrar Dede
9. Mef'ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün
Gül hasre / tinle yolla / ra tutsun ku / lağını
_ _ . / _ . _ . / . _ _ . / _ . _
Nergis gi / bi kıyâme / te dek çeksi / n intizar
_ _ . /. _ _ . / . _ _ . / _ . _ Bâkî
-----------------------------------------------------------------------
Aruz, Arap Edebiyatı'nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini öğreten ilmin adıdır. Hecelerin uzunluk ve kısalıklarına göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap'lardan İran'lılara, onlardan da bize geçmiştir.
İranlılar İslâmiyet'i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap'ların kullandığı nazım ölçüsü olan aruz'u kullanmaya başladılar. Ancak Arap'ların kullandıkları aruz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Aruz vezni, 5-11 inci yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi'ne, 7-13 üncü yüzyıllarda Anadolu Türkçesi'ne, 8-14 üncü yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi'ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır.
11-17 inci yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın (Anadolu Türkçesi dönemi) bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylediler. Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yöneldiler.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.
1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İran Edebiyatı'na geçen bu ölçü, 11. yüzyıldan itibaren Türk şairlerince de uygulanmaya başlanmıştır.
2. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü, aslında Türkçe'nin kelime yapısına uygun değildir. Bu yüzden Aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe'nin kelimelerini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk dilinin kelime hazinesinin giderek yabancı kelimelerle dolmasına yol açmış, böylece şairlerin güzel kullanışlarından mahrum kalan Türkçe, anlam ve kavram bakımından yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Diğer yandan Türkçe, aldığı bu yabancı kelime ve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur. Aruzla birlikte, halk arasında yaşamaya devam eden milli şiir ölçümüz hece, bu yoksullaşmayı bir ölçüde durdurmuş ve Türkçe kendi geleneği içinde varlığını sürdürmüştür.
3.1908'den sonra şairler arasında başlayan aruz hece tartışması, hecenin zaferi ile sonuçlanmış; ancak Divan Edebiyatı nazım ölçüsü olan aruzun da artık bir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir.
4. Aruz ölçüsü daha çok Divan Edebiyatında kullanılır.
5. Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacib'in yazdığı Kutadgu Bilig'dir.
6. Aruz XI. asırdan beri heceyle beraber kullandığımız ölçüdür. Bu ölçü zamanla Türkçe'ye en iyi şekilde uygulanmış. Mehmet Âkif Ersoy, Yahya Kemâl Beyatlı, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerimizin elinde ustalıkla kullanılmıştır.
Not: Aruz ölçüsünün temeli, hecelerin uzun ve kısa olmaları özelliğine dayanır. Ölçünün doğru bulunması için önce mısradaki hecelerin değerinin tespit edilmesi gerekir. Aruz vezninde heceler iki şekilde değerlendirilir.
Açık / kısa heceler ( . ) ( v ) | Kapalı / uzun heceler ( - )
1.Açık / kısa heceler :
1. Ünlülerle biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde ( . ) ve ( v ) işaretleriyle gösterilir.
3. Açık - kısa hecelerin ses değerleri "yarım" kabul edilir.
2. Kapalı / uzun heceler: Tam ses değeri taşıyan hecelerdir.
1. Ünsüzlerle ve dilimize Arapça ve Farsça'dan geçmiş uzun ünlüler (â, î, û )'le biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde (-) işaretiyle gösterilir.
3. Kapalı- uzun hecelerin ses değeri "tam"dır.
Not 1: Arapça ve gelme Farsça'dan gelme uzun ünlülerle kurulan ( âb, ûl.) gibi iki sesli hecelerle; ( rûy, rûy, cûy.) gibi üç sesliler yerine göre, aruzda bir buçuk hece değerinde tutulur ve (- . ) işaretiyle gösterilir. Yine bu dillerden gelen iki ünsüz bitişik düzende olan (aşk, ahd.) gibi heceler de, yerine göre bir buçuk hece değerinde kabul edilir.
Not 2: dize sonundaki bütün heceler uzun - kapalı ( - ) hece kabul edilir. Yani dize sonundaki ses ister uzun ister kısa olsun, mutlaka uzundur.
1- Aruz ölçüsünde heceler açık (kısa), kapalı (uzun) ve medli (uzatılmış) hece olmak üzere üçe ayrılır.
2- Başlıca tef'ileler şunlardır:
Fa' (-)
Fe ul (. -)
Fa' lün (- -)
Fe i lün (. . -)
Fâ i lün (- . -)
Fe û lün (. - -)
Mef û lü (- - .)
Fe i lâ tün (. . - -)
Fâ i lâ tün (- . - -)
Fâ i lâ tü (- . - .)
Me fâ i lün (. - . -)
Me fâ î lün (. - - -)
Me fâ î lü (. - - .)
Müf te i lün (- . . -)
Müs tef i lün (- - . -)
Mü te fâ i lün (. . - . -).
Burada tef'ilelerle parantez içindeki hecelerinin değerlerinin aynı olduğuna dikkat ediniz.
Bu temel parçaların birleşmesinden 8 ana kalıp ortaya çıkmıştır:
1.fa'ûlün (fe'ûlün) (._ _)
2.fâ'ilün, fâ'ilât (_._)
3.mefâ'ilün (._._)
4.fâ'ilâtün (_._ _)
5.müstef'ilün (_ _._)
6.mef'ûlâtü (_ _ _ .)
7.müfâ'aletün (._.._)
8.mütefâ'ilün (.._._)
Her beyitte en az dördü bulunan bu parçalara tef'il, tef'ile ya da cüz adı verilir.
3- Aruz vezninde tef'ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tef'ilelerde durgu yapılmaz.
4- Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Zihaf ise imalenin tersine uzun heceyi kısa yapmayı sağlar. Hece ölçüsünde böyle bir mesele yoktur. Türk edebiyatında imale çok sayıda bulunmakla beraber zihaf kusuru hoş karşılanmadığı için çok az yapılmıştır.
5- Farsça tamlama eki olan "-i" ile "ve" anlamındaki "ü, vü" bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.
6- Medli heceler hafif bir "i, ı" sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi bahâr[ı], eşkden kelimesi ise eşk[i]den şeklinde söylenmelidir.
7- Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef'ile bazı mısralarda Fâilâtün, son tef'ile ise Fa'lün olabilir. Bu sadece bu kalıba özgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerek yoktur. Farklı tef'ile parantez içinde hemen altında gösterilir.
8- Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olup Türk aruzu Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı olmuştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı'nın hece ölçüsüyle yazıldığını zanneder. Oysa bu marş aruzun "Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün" kalıbıyla yazılmıştır.
9- Aruzla yazılan bir şiirin hece sayısı bazan eşit olabilir. Mısralardaki açık kapalı dizilişinin aynı olması o şiirin aruzla yazıldığın gösterir.
Cânı cânânı bütün vârımı alsın da Hüdâ (15 hece)
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ (15 hece)
10- Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir. Ulama kapalı heceyi açık yapar. Ulama genellikle yapılır; fakat her zaman yapılmak mecburiyetinde değildir.
11- Servet-i Fünun edebiyatçıları bir şiirde değişik aruz kalıpları kullanmak suretiyle serbest vezne zemin hazırlamışlardır. Cenap Şahabetin'in "Elhân-ı Şita" adlı şiiri bu şekilde yazılmıştır. Bu şiirdeki bazı mısralar Feilâtün / Mefâilün / Feilün, bazı mısralar ise Mef'ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün kalıbıyla yazılmıştır.
12- Bir şiirin vezni en az iki mısradan hareket ederek bulunabilir. Tek mısraa bakarak vezin bulunmaz.
13- Bir şiirin vezni bulunurken şu işlemler yapılır:
a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederek yazmalıyız.
b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tesbit edilir.
c) Medli hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edilirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarak medli hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.
d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en sonra o ihtimal düşünülür.
e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi ve nokta şeklinde ayrı bir yere geçilir. Mısra sayısına göre tef'ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef'ile en az heceden oluşur. Genelde az heceli Fa', Fe i lün, Fâ i lün gibi tef'ileler sonda bulunur.
f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat etmelidir.
ARUZ KALIPLARIYLA İLGİLİ UYGULAMALAR
1. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Saçma ey gö/z eşk[i]den gön / lümdeki od / lare su
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _
Kim bu denlü / tutuşan od / lare kılmaz / çâre su
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Fuzûlî
2. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
Dinle neyden / kim hikâyet / etmede
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _
Ayrılıklar / dan şikâyet / etmede
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Nahifî
3. Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün
(Fâilâtün) (Fa'lün)
Hani ol gül / gülerek gel / diği demler / şimdi
. . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / _ _
Ağlarım hâ / tıra geldik / çe gülüştük / lerimiz
_ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ Mâhir
4. Feilâtün / Feilâtün / Feilün
(Fâilâtün) (Fa'lün)
Ne Süleymân / ne Selîm'in / kuluyuz
. . _ _ / . . _ _ / . . _
Hazret-i Rab / b-i rahîmin / kuluyuz
_ . _ _ / . . _ _ / . . _ Esrar Dede
5. Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün
Anı hoş tut / garîbindir / efendi iş / te biz gittik
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _
Gönül derler / ser-i kûyun / da bir dîvâ / nemiz kaldı
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ (Hayâlî)
6. Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün
Geçer firkat / zamânı böy / le kalmaz
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _
Sağ olsun sev / diğim Mevlâ / kerimdir
. _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ Nâilî
7. Mefâilün / Feilâtün / Mefâilün / Feilün
Cihânda â / şık-ı mehcû / r[ı) sanma râ / hat olur
. _ . _ / . . _ _ / . _ _ _ / _ . _
Neler çeker / bu gönül söy / lesem şikâ / yet olur
. _ . _ / . . _ _ / . _ . _ / _ . _ Şeyhülislâm Yahya
8. Mef'ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün
Ağlatma / yacaktın yo / la baktırma / yacaktın
_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _
Ol va'de / -i tekrâr[ı] / -be-tekrârı / unutma
_ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _ Esrar Dede
9. Mef'ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün
Gül hasre / tinle yolla / ra tutsun ku / lağını
_ _ . / _ . _ . / . _ _ . / _ . _
Nergis gi / bi kıyâme / te dek çeksi / n intizar
_ _ . /. _ _ . / . _ _ . / _ . _ Bâkî
-----------------------------------------------------------------------
Aruz, Arap Edebiyatı'nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini öğreten ilmin adıdır. Hecelerin uzunluk ve kısalıklarına göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap'lardan İran'lılara, onlardan da bize geçmiştir.
İranlılar İslâmiyet'i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap'ların kullandığı nazım ölçüsü olan aruz'u kullanmaya başladılar. Ancak Arap'ların kullandıkları aruz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Aruz vezni, 5-11 inci yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi'ne, 7-13 üncü yüzyıllarda Anadolu Türkçesi'ne, 8-14 üncü yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi'ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır.
11-17 inci yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın (Anadolu Türkçesi dönemi) bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylediler. Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yöneldiler.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.
Kafiye - Uyak Cesitleri
0
yorum
12:28
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: cinaslı kafiye, Kafiye - Uyak Çeşitleri, kafiye çeşitleri örnekler, kafiye nedir, kafiye şeması, kafiye türleri, tam uyak, tunç kafiye, uyak nedir, yarım uyak, zengin kafiye
Etiketler: cinaslı kafiye, Kafiye - Uyak Çeşitleri, kafiye çeşitleri örnekler, kafiye nedir, kafiye şeması, kafiye türleri, tam uyak, tunç kafiye, uyak nedir, yarım uyak, zengin kafiye
REDİF Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.
Örnek-1
Bizim elde bahar olur, yaz olur.
Göller dolu ördek olur, kaz olur.
Sevgi arasında yüz bin naz olur.
Suçumu bağışla, ben sana kurban. (Ercişli Emrah)
Örnek-2
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu. (F. Nafiz Çamlıbel)
KAFİYE (UYAK)
Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir.
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü? (Mehmet Akif ERSOY)
KAFİYE ÇEŞİTLERİ
1) Yarım Kafiye
Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
Örnek-1
Ben çektiğim kimler çeker
Gözlerim kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa)
Örnek-2
İstedim kendimi bu göle atam
Elimi uzatıp yavruyu tutam
Örnek-3
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni
2) Tam Kafiye
İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-2
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı. (Yahya Kemal Beyatlı)
Örnek-3
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim.
3) Zengin Kafiye
Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her soluk (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Örnek-2
Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere,
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere. (Orhan Seyfi Orhon)
Örnek-3
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi (Yunus Emre)
4) Cinaslı Kafiye
Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.
Örnek-1
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
Örnek-2
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yarim gülerken
Örnek-3
Kendin çöz kendin tara Bağ bana
Değmesin el başına Bahçe sana bağ bana
Ben yarime kavuştum Değme zincir kar etmez
Darısı el başına Zülfün teli bağ bana
KAFİYE ŞEMASI
Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.
1. Düz Kafiye: "a a a b" "bbbc" "cc" "a a b b" olmalı.
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sukuneti
2. Çapraz Kafiye: "a b a b" "cdcd" olmalı.
Hayran olarak bakarsınız da
Hülyanızı fetheder bu hali
Beş yüz sene sonra karşınızda
İstanbul fethinin hayali
3.Sarma Kafiye: "a b b a" "cdcd" olmalı.
İhtiyar, elini bağrına soktu,
Dedi ki: "İstanbul muhasarası
Başlarken aldığım gaza yarası
İçinden çektiğim bu oktu.
Örnek-1
Bizim elde bahar olur, yaz olur.
Göller dolu ördek olur, kaz olur.
Sevgi arasında yüz bin naz olur.
Suçumu bağışla, ben sana kurban. (Ercişli Emrah)
Örnek-2
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu. (F. Nafiz Çamlıbel)
KAFİYE (UYAK)
Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir.
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü? (Mehmet Akif ERSOY)
KAFİYE ÇEŞİTLERİ
1) Yarım Kafiye
Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
Örnek-1
Ben çektiğim kimler çeker
Gözlerim kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa)
Örnek-2
İstedim kendimi bu göle atam
Elimi uzatıp yavruyu tutam
Örnek-3
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni
2) Tam Kafiye
İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum
(Y. Kemal Beyatlı)
Örnek-2
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı. (Yahya Kemal Beyatlı)
Örnek-3
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim.
3) Zengin Kafiye
Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.
Örnek-1
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her soluk (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Örnek-2
Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere,
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere. (Orhan Seyfi Orhon)
Örnek-3
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi (Yunus Emre)
4) Cinaslı Kafiye
Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.
Örnek-1
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
Örnek-2
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yarim gülerken
Örnek-3
Kendin çöz kendin tara Bağ bana
Değmesin el başına Bahçe sana bağ bana
Ben yarime kavuştum Değme zincir kar etmez
Darısı el başına Zülfün teli bağ bana
KAFİYE ŞEMASI
Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.
1. Düz Kafiye: "a a a b" "bbbc" "cc" "a a b b" olmalı.
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sukuneti
2. Çapraz Kafiye: "a b a b" "cdcd" olmalı.
Hayran olarak bakarsınız da
Hülyanızı fetheder bu hali
Beş yüz sene sonra karşınızda
İstanbul fethinin hayali
3.Sarma Kafiye: "a b b a" "cdcd" olmalı.
İhtiyar, elini bağrına soktu,
Dedi ki: "İstanbul muhasarası
Başlarken aldığım gaza yarası
İçinden çektiğim bu oktu.
Saf (Oz) Siir Ozellikleri
0
yorum
12:24
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: öz şiir nedir, Saf (Öz) Şiir Özellikleri, saf şiir nedir, saf şiir özellikleri temsilcileri
Etiketler: öz şiir nedir, Saf (Öz) Şiir Özellikleri, saf şiir nedir, saf şiir özellikleri temsilcileri
• Saf şiir anlayışı Paul Valery'nin şiirde dili her şeyin üstünde tutan görüşünden hareketle, Batı edebiyatından Paul Valery,Stephane Mallerme ve Divan şiirinin biçimci yapısından bir hayli etkilenen şairlerimizde (Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl Kısakürek, Özdemir Asaf, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ziya Osman Saba) görülen ortak zevk ve anlayışa verilen addır.
•Türk edebiyatında "Saf Şiir" eğilimi Ahmet Haşim'in "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" adlı makalesiyle (Türk edebiyatında ilk poetika örneği kabul edilir.) başlar.
• Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır.Bu anlayışla kendilerine özgü özel bir imge düzeni oluştururlar.Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler,dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir.Dilde saflaşma düşüncesi,kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir.Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir.
• Şiirde her türlü ideolojik sapmanın dışında kalarak sadece okuyucuda estetik haz uyandıran şiir yazma eğilimi,bu şairleri her türlü mektepleşme eğiliminin dışında kalıp müstakil şahsiyetler olarak şiir yazmaya yöneltmiştir.
• Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel(hayali) ve bireysel yön ağır basar.İçsel ve bireyci bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler.
• Saf şiir anlayışında estetik tavır ön plandadır.Bu anlayıştaki şairler didaktik bilgiden uzak durup;bir şey öğretmeyi değil,musikiyle ya da musikinin çağrıştırdığı,uyandırdığı imgelerle insanın estetik duyarlılığını doyurmayı amaç edinirler. Kısacası bu şairler şiirde anlama fazla önem vermezler. Anlaşılmak için değil ;duyulmak, hissedilmek için şiir yazarlar.
• Şiirde biçim endişesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır. Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendini hissettirir.
• Gizemsellik,simgecilik,bireysellik,ruh,ölüm,masal,rüya,mit temalarının yoğunca işlendiği bu şiirler zekâ ve bilincin disipliniyle bütünleştirilerek yazılmıştır.
Saf (öz) Şiirin Özellikleri -Özet
•Sanatın form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel Şiir yazmaktır. Bu anlayışla kendilerine özgü özel imge düzeni oluştururlar.
•Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir.
•Dilde saflaşma düşüncesi kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir.
•Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir.
•Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel ve bireysel yön ağır basar .
•İçsel ve bireysel bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler.
•Şiirde biçim endişisesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır.
•Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendisini hissettirir.
•Şairlerde sembolizm akımının izleri görülür.
•Gizemselcilik bireyselcilik,ruh, ölüm ,masal ,mit temaları yoğun olarak işlenir.
•Türk edebiyatında "Saf Şiir" eğilimi Ahmet Haşim'in "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" adlı makalesiyle (Türk edebiyatında ilk poetika örneği kabul edilir.) başlar.
• Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır.Bu anlayışla kendilerine özgü özel bir imge düzeni oluştururlar.Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler,dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir.Dilde saflaşma düşüncesi,kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir.Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir.
• Şiirde her türlü ideolojik sapmanın dışında kalarak sadece okuyucuda estetik haz uyandıran şiir yazma eğilimi,bu şairleri her türlü mektepleşme eğiliminin dışında kalıp müstakil şahsiyetler olarak şiir yazmaya yöneltmiştir.
• Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel(hayali) ve bireysel yön ağır basar.İçsel ve bireyci bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler.
• Saf şiir anlayışında estetik tavır ön plandadır.Bu anlayıştaki şairler didaktik bilgiden uzak durup;bir şey öğretmeyi değil,musikiyle ya da musikinin çağrıştırdığı,uyandırdığı imgelerle insanın estetik duyarlılığını doyurmayı amaç edinirler. Kısacası bu şairler şiirde anlama fazla önem vermezler. Anlaşılmak için değil ;duyulmak, hissedilmek için şiir yazarlar.
• Şiirde biçim endişesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır. Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendini hissettirir.
• Gizemsellik,simgecilik,bireysellik,ruh,ölüm,masal,rüya,mit temalarının yoğunca işlendiği bu şiirler zekâ ve bilincin disipliniyle bütünleştirilerek yazılmıştır.
Saf (öz) Şiirin Özellikleri -Özet
•Sanatın form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel Şiir yazmaktır. Bu anlayışla kendilerine özgü özel imge düzeni oluştururlar.
•Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir.
•Dilde saflaşma düşüncesi kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir.
•Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir.
•Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel ve bireysel yön ağır basar .
•İçsel ve bireysel bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler.
•Şiirde biçim endişisesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır.
•Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendisini hissettirir.
•Şairlerde sembolizm akımının izleri görülür.
•Gizemselcilik bireyselcilik,ruh, ölüm ,masal ,mit temaları yoğun olarak işlenir.
Siirde Yapi
0
yorum
12:22
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: nazım birimi, şiir birimi, şiir şekil, şiir yapı özellikleri, şiirde şekil unsurları, Şiirde Yapı, şiirin yapı özellikleri
Etiketler: nazım birimi, şiir birimi, şiir şekil, şiir yapı özellikleri, şiirde şekil unsurları, Şiirde Yapı, şiirin yapı özellikleri
Nazım Birimi :
Şiiri oluşturan mısra gruplarına denir. Nazım birimi şiiri oluşturan yapı taşlarından biridir. Şiirdeki her bir satıra mısra denir. Tek mısralık dizelere mısra-ı âzâde denir.
Neler çeker bu gönül söylesem şikayet olur. (Şeyhülislam Yahya)
Şiir içindeki mısraların kümelenmesinden meydana gelen nazım birimi; kümede bulunan mısraların sayısına göre ad alır. İki mısralık öbeklere beyit; dört mısradan oluşanlara kıta veya dörtlük; üç, beş, ve daha fazla mısralı öbeklere bent denir.
Nazım Şekli
Kafiye örgüsüne ve mısra sayılarına göre manzumelerin aldığı biçime, sundukları görünüme nazım şekli denir.
Nazım Türü
Nazım şeklinin konusuna göre çeşididir. Örneğin: "Koşma " şekli, koçaklama ise nazım türüdür.
Divan Edebiyatı Nazım Şekilleri:
Gazel
Murabba
Mesnevi
Terkib-i bent
Terc-i bent
Rübai
Kaside
Şarkı
Kıt'a
Tuyuğ
Müstezat
Musammat
Tanzimat sonrası Türk Edebiyatında Nazım Şekilleri:
Sone, terza-rima, serbest müstezat
Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri:
a) Aşık Tarzı Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri: Koşma, semai, varsağı
b) Tekke Edebiyatı Nazım Şekilleri: ilahi, nutuk, şathiye, devriye
c) Anonim Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri: türkü, mani, ninni, Ağıt
Konusuna göre şiir türleri:
1- Epik Şiir
2- Lirik Şiir
3- Pastoral Şiir
4- Didaktik Şiir
5- Dramatik Şiir
6-Satirik Şiir
Şiiri oluşturan mısra gruplarına denir. Nazım birimi şiiri oluşturan yapı taşlarından biridir. Şiirdeki her bir satıra mısra denir. Tek mısralık dizelere mısra-ı âzâde denir.
Neler çeker bu gönül söylesem şikayet olur. (Şeyhülislam Yahya)
Şiir içindeki mısraların kümelenmesinden meydana gelen nazım birimi; kümede bulunan mısraların sayısına göre ad alır. İki mısralık öbeklere beyit; dört mısradan oluşanlara kıta veya dörtlük; üç, beş, ve daha fazla mısralı öbeklere bent denir.
Nazım Şekli
Kafiye örgüsüne ve mısra sayılarına göre manzumelerin aldığı biçime, sundukları görünüme nazım şekli denir.
Nazım Türü
Nazım şeklinin konusuna göre çeşididir. Örneğin: "Koşma " şekli, koçaklama ise nazım türüdür.
Divan Edebiyatı Nazım Şekilleri:
Gazel
Murabba
Mesnevi
Terkib-i bent
Terc-i bent
Rübai
Kaside
Şarkı
Kıt'a
Tuyuğ
Müstezat
Musammat
Tanzimat sonrası Türk Edebiyatında Nazım Şekilleri:
Sone, terza-rima, serbest müstezat
Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri:
a) Aşık Tarzı Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri: Koşma, semai, varsağı
b) Tekke Edebiyatı Nazım Şekilleri: ilahi, nutuk, şathiye, devriye
c) Anonim Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri: türkü, mani, ninni, Ağıt
Konusuna göre şiir türleri:
1- Epik Şiir
2- Lirik Şiir
3- Pastoral Şiir
4- Didaktik Şiir
5- Dramatik Şiir
6-Satirik Şiir
Siir Dili ve Ozellikleri
0
yorum
12:20
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: doğal dil ile şiir dili, siir dili nedir, şiir dili nedir, Şiir Dili ve Özellikleri, şiir dilini ayıran özellik, şiir dilini doğal dilden ayıran özellikler, şiir dilinin özellikleri
Etiketler: doğal dil ile şiir dili, siir dili nedir, şiir dili nedir, Şiir Dili ve Özellikleri, şiir dilini ayıran özellik, şiir dilini doğal dilden ayıran özellikler, şiir dilinin özellikleri
Şiirin normal konuşma dilinin üzerinde bir yapısı olduğu herkesçe bilinir. Bir üst-dildir şiir dili. Ne var ki bir üst-dil deyince, herşeyde olduğu gibi bu da abartıldı ve olmadık anlamlara çekildi. Bugün şiir dili demek; kuş dili gibi birşey demek oldu neredeyse. Sadece kuş dili bilenlerin anladığı bir dil. Oysa; şiir dili adı üzerinde güzel bir "dil" dir. Samimidir ve yüreğin dili olması gerekir. Düşüncelerin yürekte damıtılması ve ifadesini de yüreğin dilinde bulmasıdır esasında. Yani, sözcüsü yürek olan düşüncedir şiir. Şiir dili de işte budur. Beyinleri dopdolu, çok yönlü, birikim kazanmış duyarlı insanların, şiirin yapısını da mutlaka bilmesi koşuluyla; yaşam karşısındaki duruşlarından ve bakışlarından yola çıkarak edindikleri bilgileri, yorumları, şair olarak yüreklerine indirip, oradan dışavurmalarıdır. Yüreğe indirilmeden yapılan ifadeler zaten bilim ve düşün adamlarının işidir. Yani şiirde de hakikati aramak ve sezmek var bilimde olduğu gibi. Ama sözcüleri ayrı işte. Biri akıl, diğeri yürek. Yürek olunca da; daha bir incelik sözkonusu ve melodisi ile heyecanı ile yürekten yüreğe bir akım başlayarak insanları kendinden geçirebiliyor. Yüreğin potasında erimeyen hiçbir sözcük şiir olma şerefine erişemez. Bütün sözcükler şiir olmak için, önce şairin yüreğine gireceklerdir. Önceki hayatlarını unutup; sıfır derece anlamda yani nötr olarak oraya girecek ve şiir olmak için o sıcak potada diğer sözcüklerle şairin yüreğinde birbirleriyle tanışacaklardır. Ve şairin verdiği bütünlüğe doğru yol alacaklar; bütünün hizmetinde olmak üzere ve sadece o şiire özgü olmak üzere yepyeni anlamlara kavuşacaklardır. Şiirin bütünüyle bir anlam kazanacaklardır. Şiirin bütünü ise, parçaların dışında; onu oluşturan sözcüklerin toplamı değil; onlardan oluşan ama onları epeyce aşan, ilahi bir niteliğe sahip olan ve şairin hayata bakışını ve duruşunu da içeren ve vermeye çalıştığı yönü de göstermeye çalışan bir bütündür. Bu bütünlük çok özel bir durumdur ve onu oluşturan sözcükler bu bütünün bir anlamlandırması olmaksızın hiçbirşeydirler. Ancak o bütünün vereceği görevi yaptıkları oranda önem kazanır ve varolurlar.
Şimdi durum böyle olunca; bir şairin neredeyse bütün yaşamını içine koyduğu ve bir güzellik içinde ürettiği bir şiiri kitlelerle paylaşmasından doğal ne olabilir? Neden kimseler anlamasın diye kuş diline çevirsin ki? Ve neden geniş halk kitlelerine değil de, çok küçük bir elit tabakanın hizmetine sunmak istesin ki? Daha çok insan şiiri anlasa ve yaşamına anlam katsa, şairin ne kaybı olabilir ki? Ve çok merak ediyorum: neden bugüne kalmış en büyük şairler hep anlaşılır olmuşlardır da değerlerinden hiçbirşey kaybetmemişler; tam tersine halen daha en çok okunan onlar olmuşlardır? Durup düşünmek lazım!..
"Sanat Nedir?" adlı eserinde bakın ne diyor ünlü yazar TOLSTOY:
"Bir eserin, bütün insanlık için yararlı olması için, iyi ve kötüyü ayırması, güzel ve anlaşılır olması gerekmektedir. Sanat ancak, belli bir sınıf için değil, büyük kitleler için yarar sağladığı zaman sözü edilebilir bir değere ulaşır.
...Fırsatçıların her zaman kullandıkları bir yöntem vardır. Halkın kullanmadığı, dile yerleşmemiş kelimeleri kullanarak, gerektiğinde icat ederek halkın gözünde kendisini yüceltmek. Bu, ' halk, anlamadığına inanır' mantığıdır ve çoğu zaman başarılı olur. Kitleler, bilmedikleri kelimelerin ardından sürüklenirler. Bu arada sanat da tükenmeye yüz tutar. Ortodoks kilisesinin sapık fikirlerinin, ağır bir dille düzenlenerek halka benimsetilmesi bu yöntemin en çarpıcı örneklerindendir."
"Bir eserin ilginçliği , onun gösterişinde değil, ortaya koyduğu yeni düşüncede olmalıdır. İlginçliği bayağı şiirsellikte, gösterişte, taklitte aramak sanata bir şey kazandırmaz. Bunlar zengin sınıfın sanat üzerinde oynadığı bir oyundan başka bir şey değildir."
* SANAT NEDİR? L.N.TOLSTOY, Şule Yayınları İstanbul, Eylül 1992, Çev.Baran Dural, s,7
Şiir dilini doğal dilden ayıran özellikler nelerdir?
• Şiir dilinde kelimeler genellikle gerçek anlamının dışında kullanılır.
• Şiir dilinde imge vardır, günlük dilde imge yoktur.
• Şiir dili, günlük dilin özellikleri barındırır; ancak günlük dili söz sanatları ve imge kullanarak aşar.
• Şiir dilinde az sözle çok şey anlatmak amaçlanır. Böyle bir durum günlük dilde yoktur.
• Şiir dilinde söz sanatları yoğun ve etkili bir şekilde kullanılır.
Şimdi durum böyle olunca; bir şairin neredeyse bütün yaşamını içine koyduğu ve bir güzellik içinde ürettiği bir şiiri kitlelerle paylaşmasından doğal ne olabilir? Neden kimseler anlamasın diye kuş diline çevirsin ki? Ve neden geniş halk kitlelerine değil de, çok küçük bir elit tabakanın hizmetine sunmak istesin ki? Daha çok insan şiiri anlasa ve yaşamına anlam katsa, şairin ne kaybı olabilir ki? Ve çok merak ediyorum: neden bugüne kalmış en büyük şairler hep anlaşılır olmuşlardır da değerlerinden hiçbirşey kaybetmemişler; tam tersine halen daha en çok okunan onlar olmuşlardır? Durup düşünmek lazım!..
"Sanat Nedir?" adlı eserinde bakın ne diyor ünlü yazar TOLSTOY:
"Bir eserin, bütün insanlık için yararlı olması için, iyi ve kötüyü ayırması, güzel ve anlaşılır olması gerekmektedir. Sanat ancak, belli bir sınıf için değil, büyük kitleler için yarar sağladığı zaman sözü edilebilir bir değere ulaşır.
...Fırsatçıların her zaman kullandıkları bir yöntem vardır. Halkın kullanmadığı, dile yerleşmemiş kelimeleri kullanarak, gerektiğinde icat ederek halkın gözünde kendisini yüceltmek. Bu, ' halk, anlamadığına inanır' mantığıdır ve çoğu zaman başarılı olur. Kitleler, bilmedikleri kelimelerin ardından sürüklenirler. Bu arada sanat da tükenmeye yüz tutar. Ortodoks kilisesinin sapık fikirlerinin, ağır bir dille düzenlenerek halka benimsetilmesi bu yöntemin en çarpıcı örneklerindendir."
"Bir eserin ilginçliği , onun gösterişinde değil, ortaya koyduğu yeni düşüncede olmalıdır. İlginçliği bayağı şiirsellikte, gösterişte, taklitte aramak sanata bir şey kazandırmaz. Bunlar zengin sınıfın sanat üzerinde oynadığı bir oyundan başka bir şey değildir."
* SANAT NEDİR? L.N.TOLSTOY, Şule Yayınları İstanbul, Eylül 1992, Çev.Baran Dural, s,7
Şiir dilini doğal dilden ayıran özellikler nelerdir?
• Şiir dilinde kelimeler genellikle gerçek anlamının dışında kullanılır.
• Şiir dilinde imge vardır, günlük dilde imge yoktur.
• Şiir dili, günlük dilin özellikleri barındırır; ancak günlük dili söz sanatları ve imge kullanarak aşar.
• Şiir dilinde az sözle çok şey anlatmak amaçlanır. Böyle bir durum günlük dilde yoktur.
• Şiir dilinde söz sanatları yoğun ve etkili bir şekilde kullanılır.
Siirde Gerceklik ve Anlam
0
yorum
12:17
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: şiirde anlam, şiirde gerçeklik, Şiirde Gerçeklik ve Anlam
Etiketler: şiirde anlam, şiirde gerçeklik, Şiirde Gerçeklik ve Anlam
Şiirde gerçeklikten söz edebilmek için önce, kısaca gerçeklik üzerinde durmak gerekir.
Gerçek, en kısa tanımıyla somut ve nesnel olandır.
Gerçeklik de, gerçekten hareketle kullanılan, gerçek olarak varolan şeylerin tümünü ifade eden bir kavramdır.
İnsan duyu organları aracılığıyla olayları, görünüşleri algılar, bu algıladıklarını kendince dönüştürür ve değerlendirir. Böylece nesnel gerçeklik algılanır. Duyularımızla algılananlar bilincimizde bir işleme tâbi tutularak kendince dönüştürür. Öyleyse her imge gücünü nesneden yani gerçeklikten alır.
Şiirde, daha yerinde bir ifadeyle sanatta gerçeğin dönüştürülmesi söz konusudur. Ancak bu dönüştürme bilimden, felsefeden ve gündelik hayattan daha farklıdır. Gerçeği ve gerçekliği görme, algılama ve kavramada kusurlu ve eksik olanların söz konusu dönüştürme işinde başarılı olamayacakları ortadadır.
Şiire özgü gerçekliğin temelinde yaşanan gerçeklik ve onun prensipleri vardır. Ancak buna bireysel yaklaşım söz konusudur. Birey, yaşadıklarıyla, sezgileriyle, tasarılarıyla, izlenimleriyle gerçekliği algılar ve kendine göre dönüştürür.
Gerçeklik her türlü bireyselliğin kesiştiği noktadır. Bilimsel ve pratik gerçeklik hayatın içinde paylaşılır.
Şiirde de doğal olarak, yazıldığı dönemde her türlü bilimsel ve pratik gerçeklikten yola çıkılarak, daha üst seviyede kapsayıcı bir gerçeklik kurulur. Bu kuruluşta, kişinin sezgileri, tasarıları, hayalleri, bilinçaltı zenginlikleri bir araya gelir.
Şiirsel gerçek, bireyin her türlü yetenek ve kazanımıyla her şeyi ve her hâli anlama, yorumlama ve değerlendirmesi sonucu ulaşılan bir üst gerçekliktir. Bunun için onda düşünce, sezgi, tasarım, coşku, izlenim vb. bir aradadır. Şiirsel gerçeğin ifade aracı da imge ve sestir.
İşte bu gerçekliğin ifadesinde dil göstergeleri yeni anlam ve değer kazanırlar, duygu ve çağırışım değerleriyle üzerinde durulan konuyu zenginleştirirler. Böylece zaman zaman adeta yeni bir dil ortaya çıkar.
Şiir öğretmeyi, anlatmayı, göstermeyi ikinci plana iter; çağrıştırmayı ön plana çıkarır. Çok defa kelimeler ses, söyleyiş ve anlamlarıyla kendi anlamlarının dışında başka şeyleri çağrıştırırlar. Çağrışım da kişiden kişiye değişir. Zaten şiirde dil, şiirsel işleviyle kullanılır. Böylece de yeni ve farklı bir iletişim aracı oluşur. Bu geniş anlamıyla edebî metindir. Şiir ise sözü edilen özelliklerin daha uygun görüldüğü ve yaşandığı metin türüdür.
Her şiir, her okuyucuda farklı duygular uyandırır. Ancak belirli dönemlerde yazılmış birçok metnin ortak yönleri olduğu hissedilir, belirlenir. Bir şiirin her okunduğunda yeniden yorumlanabilmesi yan anlam değeri bakımından zengin olmasına bağlıdır.
Şiir kendisine özgü bir iletişim aracıdır. Bu iletişimde yan anlam ve çağrışımlar daha önemlidir. Ama ne olursa olsun bir iletişim söz konusudur. Her iletişimde de gönderici alıcıya bir şeyler söyler, bir şeyler aktarır. Bu söylenen ve aktarılanların anlamı yoksa saçma olur. Çünkü anlamsız şey saçmadır.
Anlam; bir dil biriminin ilettiği, uyandırdığı, düşündürdüğü, sezdirdiği, çağrıştırdığı kavram, tasarım, düşünce ve sezgidir. Öyleyse şiirde anlam üzerinde durulurken şiir metninin ilettiği kavram ve bilgiden değil o metnin düşündürdüklerinden, sezdirdiklerinden, çağrıştırdıklarından söz etmek gerekir. Bu da dilin şiirsel işleviyle gerçekleşen iletişimin özelliğidir.
Bunun için şiirde yan anlam değerinden söz etmek gerekir. Yan anlam da sözlüklerde yazılmaz. İfadenin, söyleyişin coşkusu, çağrışım ve duygu değeri üzerine kurulur.
Yan anlam, geniş ölçüde dil göstergelerinin duygu değerine ve çağrışıma dayanır.
Şiir dili doğal dilden hareketle böyle bir anlam yaratmak ve iletmek üzere düzenlenir. Şiir dili, doğal dilden hareketle kurulan yeni bir dildir derken şiirdeki anlamın da ilk anlamdan bir sapma olduğunu söylemiş oluruz. Bu anlam da öğretmez, göstermez, çağrıştırmaz, hissettirir ve sezdirir. Bunun için şiirde yan anlam üzerinde durmak gerekir. Bu da dil birliklerinin ifade ettikleri duygu ve çağrışım değerinden gücünü alır.
. İnsanlar, gerçek hayatta var olan nesneleri, olayları duyu organlarıyla algılar; bu algılama insan bilincinde çeşitli işlemlerden geçer ve bireye göre farklı şekillere, durumlara dönüşür. Böylece "imge" oluşur.
. Şiirde bütün imgeler, gücünü gerçeklikten alır.
. İmgenin oluşumunda -gerçekliğin dönüştürülmesinde- bireyin yaşadıkları, sezgileri, tasarıları, kültürü, anlayış ve algılayışındaki farklılıklar etkilidir.
. Birey, günlük hayatta kullandığımız dil göstergelerine, günlük hayatta gerçekliği olan dil ifadelerine yeni anlamlar yükleyerek gerçekliği dönüştürür.
. Dönüşen ve değişen bu gerçeklik her okuru farklı boyutlarda etkiler. Bu etki ise okurun yaşına, eğitim ve kültür seviyesine, hayallerine, izlenimlerine, içinde bulunduğu duruma ve döneme göre değişir.
. Aynı gerçeklik, farklı sanatçıların elinde farklı şekillere dönüşür. Böylece şiirsel gerçeklik oluşur.
. Günlük dil ile şiir dili arasındaki temel farklılık, gerçekliğin ifade ediliş biçimidir.
Şiirde Gerçeklik ve Anlam Konusunda Örnek Metin İnceleme:
YAŞARKEN
Ağaçların daha bu bahçelerde
Bütün yemişleri dalda sarkıyor;
Umutların mola verdiği yerde
Geceler bir nehir gibi akıyor. ( Ahmet Muhip Dıranas )
Bu şiirdeki gerçekliği bulabilmek için, dilini çözümlemek, yapısı ve teması üzerinde durmak, temanın bireysel ve sosyal alanla ilişkisi üzerinde düşünmek gerekir.
Şiirde, yaşanan hayatla ilgili bir gerçeklik hareket noktasıdır. Dünyada insanlara her türlü nimet sunulmuştur. Umutsuzluğa düştüğümüz an bizi sayısız tehlikeler bekler. Bu cümleler gündelik hayatla ilgili bir gerçekliği ifade eder. Şiirde bu gerçeklik farklı bir söyleyişle ve farklı biçimde dile getirilmiştir.
Aşağıdaki iki dizeyi okuyalım:
Ağaçların daha bu bahçelerde
Bütün yemişleri dalda sarkıyor.
Yukarıdaki dizelerde dünya nimetlerinin hemen hemen hepsinden söz edilmiştir. Bahçe, ağaç, meyve bolluğu, dünyadaki düşsel şeyleri ifade etmektedir. "Daha" kelimesi zamanla ilgilidir. "Bütün" de çokluk ve çeşitlilik bildirir. Her okuyucu bu dizelerden hareketle bildiği dünya güzelliklerinin tamamını düşünebilir. Bu bolluğa, bu güzelliğe rağmen insan umutlarını bir an olsa kaybetse sayısız tehlikelerle karşı karşıya kalır. Ama bu, şiirde umutların mola vermesi, "gecelerin nehir gibi akması" söz gruplarıyla dile getirilmiştir.
Yakandaki kıtada "bahçe" sözüyle belirli bir bahçe değil dünyadaki güzellikler ifade edilmiştir. "Bahçe, ağaç, yemiş, daha, bütün, sarkıyor" sözleri birlikte dörtlüğün ilk dizesine yeni bir anlam değeri kazandırıyor. Bu yan anlamdır. "Bolluk, bereket, güzellik, zenginlik" kelimeleriyle ilgili her türlü anlamı ve hayali düşündürür. Umutlar mola vermez, insan mola verir, dinlenir. Mola vermede; ara verme, akışı durdurma söz konusudur. Umutların mola vermesi", kısa bir sürede olsa insanın umutsuzluğa düşmesi yerine kullanılmıştır. Burada yolculukta verilen moladan söz edildiği "yerde" kelimesiyle belirtilir. "Gece, nehir ve akıyor" kelimeleri yalnızlığı, bir benzetmeyi değil, birlikte umutsuzluğun getireceği her türlü tehlikeyi çağrıştırır.
Gerçek, en kısa tanımıyla somut ve nesnel olandır.
Gerçeklik de, gerçekten hareketle kullanılan, gerçek olarak varolan şeylerin tümünü ifade eden bir kavramdır.
İnsan duyu organları aracılığıyla olayları, görünüşleri algılar, bu algıladıklarını kendince dönüştürür ve değerlendirir. Böylece nesnel gerçeklik algılanır. Duyularımızla algılananlar bilincimizde bir işleme tâbi tutularak kendince dönüştürür. Öyleyse her imge gücünü nesneden yani gerçeklikten alır.
Şiirde, daha yerinde bir ifadeyle sanatta gerçeğin dönüştürülmesi söz konusudur. Ancak bu dönüştürme bilimden, felsefeden ve gündelik hayattan daha farklıdır. Gerçeği ve gerçekliği görme, algılama ve kavramada kusurlu ve eksik olanların söz konusu dönüştürme işinde başarılı olamayacakları ortadadır.
Şiire özgü gerçekliğin temelinde yaşanan gerçeklik ve onun prensipleri vardır. Ancak buna bireysel yaklaşım söz konusudur. Birey, yaşadıklarıyla, sezgileriyle, tasarılarıyla, izlenimleriyle gerçekliği algılar ve kendine göre dönüştürür.
Gerçeklik her türlü bireyselliğin kesiştiği noktadır. Bilimsel ve pratik gerçeklik hayatın içinde paylaşılır.
Şiirde de doğal olarak, yazıldığı dönemde her türlü bilimsel ve pratik gerçeklikten yola çıkılarak, daha üst seviyede kapsayıcı bir gerçeklik kurulur. Bu kuruluşta, kişinin sezgileri, tasarıları, hayalleri, bilinçaltı zenginlikleri bir araya gelir.
Şiirsel gerçek, bireyin her türlü yetenek ve kazanımıyla her şeyi ve her hâli anlama, yorumlama ve değerlendirmesi sonucu ulaşılan bir üst gerçekliktir. Bunun için onda düşünce, sezgi, tasarım, coşku, izlenim vb. bir aradadır. Şiirsel gerçeğin ifade aracı da imge ve sestir.
İşte bu gerçekliğin ifadesinde dil göstergeleri yeni anlam ve değer kazanırlar, duygu ve çağırışım değerleriyle üzerinde durulan konuyu zenginleştirirler. Böylece zaman zaman adeta yeni bir dil ortaya çıkar.
Şiir öğretmeyi, anlatmayı, göstermeyi ikinci plana iter; çağrıştırmayı ön plana çıkarır. Çok defa kelimeler ses, söyleyiş ve anlamlarıyla kendi anlamlarının dışında başka şeyleri çağrıştırırlar. Çağrışım da kişiden kişiye değişir. Zaten şiirde dil, şiirsel işleviyle kullanılır. Böylece de yeni ve farklı bir iletişim aracı oluşur. Bu geniş anlamıyla edebî metindir. Şiir ise sözü edilen özelliklerin daha uygun görüldüğü ve yaşandığı metin türüdür.
Her şiir, her okuyucuda farklı duygular uyandırır. Ancak belirli dönemlerde yazılmış birçok metnin ortak yönleri olduğu hissedilir, belirlenir. Bir şiirin her okunduğunda yeniden yorumlanabilmesi yan anlam değeri bakımından zengin olmasına bağlıdır.
Şiir kendisine özgü bir iletişim aracıdır. Bu iletişimde yan anlam ve çağrışımlar daha önemlidir. Ama ne olursa olsun bir iletişim söz konusudur. Her iletişimde de gönderici alıcıya bir şeyler söyler, bir şeyler aktarır. Bu söylenen ve aktarılanların anlamı yoksa saçma olur. Çünkü anlamsız şey saçmadır.
Anlam; bir dil biriminin ilettiği, uyandırdığı, düşündürdüğü, sezdirdiği, çağrıştırdığı kavram, tasarım, düşünce ve sezgidir. Öyleyse şiirde anlam üzerinde durulurken şiir metninin ilettiği kavram ve bilgiden değil o metnin düşündürdüklerinden, sezdirdiklerinden, çağrıştırdıklarından söz etmek gerekir. Bu da dilin şiirsel işleviyle gerçekleşen iletişimin özelliğidir.
Bunun için şiirde yan anlam değerinden söz etmek gerekir. Yan anlam da sözlüklerde yazılmaz. İfadenin, söyleyişin coşkusu, çağrışım ve duygu değeri üzerine kurulur.
Yan anlam, geniş ölçüde dil göstergelerinin duygu değerine ve çağrışıma dayanır.
Şiir dili doğal dilden hareketle böyle bir anlam yaratmak ve iletmek üzere düzenlenir. Şiir dili, doğal dilden hareketle kurulan yeni bir dildir derken şiirdeki anlamın da ilk anlamdan bir sapma olduğunu söylemiş oluruz. Bu anlam da öğretmez, göstermez, çağrıştırmaz, hissettirir ve sezdirir. Bunun için şiirde yan anlam üzerinde durmak gerekir. Bu da dil birliklerinin ifade ettikleri duygu ve çağrışım değerinden gücünü alır.
. İnsanlar, gerçek hayatta var olan nesneleri, olayları duyu organlarıyla algılar; bu algılama insan bilincinde çeşitli işlemlerden geçer ve bireye göre farklı şekillere, durumlara dönüşür. Böylece "imge" oluşur.
. Şiirde bütün imgeler, gücünü gerçeklikten alır.
. İmgenin oluşumunda -gerçekliğin dönüştürülmesinde- bireyin yaşadıkları, sezgileri, tasarıları, kültürü, anlayış ve algılayışındaki farklılıklar etkilidir.
. Birey, günlük hayatta kullandığımız dil göstergelerine, günlük hayatta gerçekliği olan dil ifadelerine yeni anlamlar yükleyerek gerçekliği dönüştürür.
. Dönüşen ve değişen bu gerçeklik her okuru farklı boyutlarda etkiler. Bu etki ise okurun yaşına, eğitim ve kültür seviyesine, hayallerine, izlenimlerine, içinde bulunduğu duruma ve döneme göre değişir.
. Aynı gerçeklik, farklı sanatçıların elinde farklı şekillere dönüşür. Böylece şiirsel gerçeklik oluşur.
. Günlük dil ile şiir dili arasındaki temel farklılık, gerçekliğin ifade ediliş biçimidir.
Şiirde Gerçeklik ve Anlam Konusunda Örnek Metin İnceleme:
YAŞARKEN
Ağaçların daha bu bahçelerde
Bütün yemişleri dalda sarkıyor;
Umutların mola verdiği yerde
Geceler bir nehir gibi akıyor. ( Ahmet Muhip Dıranas )
Bu şiirdeki gerçekliği bulabilmek için, dilini çözümlemek, yapısı ve teması üzerinde durmak, temanın bireysel ve sosyal alanla ilişkisi üzerinde düşünmek gerekir.
Şiirde, yaşanan hayatla ilgili bir gerçeklik hareket noktasıdır. Dünyada insanlara her türlü nimet sunulmuştur. Umutsuzluğa düştüğümüz an bizi sayısız tehlikeler bekler. Bu cümleler gündelik hayatla ilgili bir gerçekliği ifade eder. Şiirde bu gerçeklik farklı bir söyleyişle ve farklı biçimde dile getirilmiştir.
Aşağıdaki iki dizeyi okuyalım:
Ağaçların daha bu bahçelerde
Bütün yemişleri dalda sarkıyor.
Yukarıdaki dizelerde dünya nimetlerinin hemen hemen hepsinden söz edilmiştir. Bahçe, ağaç, meyve bolluğu, dünyadaki düşsel şeyleri ifade etmektedir. "Daha" kelimesi zamanla ilgilidir. "Bütün" de çokluk ve çeşitlilik bildirir. Her okuyucu bu dizelerden hareketle bildiği dünya güzelliklerinin tamamını düşünebilir. Bu bolluğa, bu güzelliğe rağmen insan umutlarını bir an olsa kaybetse sayısız tehlikelerle karşı karşıya kalır. Ama bu, şiirde umutların mola vermesi, "gecelerin nehir gibi akması" söz gruplarıyla dile getirilmiştir.
Yakandaki kıtada "bahçe" sözüyle belirli bir bahçe değil dünyadaki güzellikler ifade edilmiştir. "Bahçe, ağaç, yemiş, daha, bütün, sarkıyor" sözleri birlikte dörtlüğün ilk dizesine yeni bir anlam değeri kazandırıyor. Bu yan anlamdır. "Bolluk, bereket, güzellik, zenginlik" kelimeleriyle ilgili her türlü anlamı ve hayali düşündürür. Umutlar mola vermez, insan mola verir, dinlenir. Mola vermede; ara verme, akışı durdurma söz konusudur. Umutların mola vermesi", kısa bir sürede olsa insanın umutsuzluğa düşmesi yerine kullanılmıştır. Burada yolculukta verilen moladan söz edildiği "yerde" kelimesiyle belirtilir. "Gece, nehir ve akıyor" kelimeleri yalnızlığı, bir benzetmeyi değil, birlikte umutsuzluğun getireceği her türlü tehlikeyi çağrıştırır.
Siirde Ahenk Ogeleri - Unsurlari
0
yorum
12:15
Gönderen
Siir Tahlilleri
Etiketler: Şiirde ahenk nasıl, Şiirde Ahenk Öğeleri - Unsurları, şiirde ahenk öğeleri nelerdir, şiirde ahenk unsurları nelerdir
Etiketler: Şiirde ahenk nasıl, Şiirde Ahenk Öğeleri - Unsurları, şiirde ahenk öğeleri nelerdir, şiirde ahenk unsurları nelerdir
HECE ÖLÇÜSÜ
En ilkel toplumlardan çağdaş ve modern toplumlara kadar her milletin edebiyatında şiir ve müzik birlikte gelişmiştir. Eski Türklerde şiirlerin kopuz eşliğinde söylenmesi, eski Yunanda ozanların lir çalarak şiirler okumaları, günümüzde tüm ezgilerin güftelerinin şiir olması; ağıt ve türkü sözlerinin şiir olması bu fikri ispat eden örneklerdir. Hiçbir bestekâr bir makalenin veya bir romanın birkaç paragrafını bestelemeyi düşünmemiştir. Bu yüzden edebi türler içinde müziğe en yakın olanı şiirdir.
Şiirde elbette ki anlam da önemlidir. Fakat şiir hiçbir zaman anlam sanatı olmamıştır. Eğer anlam sanatı olsaydı çeviri şiirler çok beğenilir ve dillerden düşmezdi. Şiirde önemli olan neyin anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıdır. Eğer şiir anlam sanatı olsaydı "Allah, peygamber, vatan, millet sevgisi" gibi ulvi temaları işler ve kolayca şair olurduk.
Şiir ses ve söyleyiş sanatıdır. Söyleyiş derken özgünlük demek istiyoruz. Yani iyi şair ele aldığı bir temayı herkesten farklı, kendine has bir üslupla ifade etmelidir. Ses sanatıdır derken şiirdeki müzikaliteyi, başka deyişle ahengi kastediyoruz. Şiirde ahenk öğeleri; ölçü (aruz, hece), kafiye, redif, aliterasyon, asonans ve kelime tekrarlarıdır.
Yukarıda ifade ettiğim öğeler olmadan, yani ölçüsüz ve kafiyesiz şiir yazılamaz mı? Elbette ki yazılır ve yazılmıştır da. Birinci Yeniler (Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat) ve bu akımdan etkilenen bazı şairler böyle şiirler yazdılar. Fakat bu şairlerin en beğenilen şiirleri ahenk öğelerinden yararlanarak yazdıkları şiirler olmuştur.
Şiiri düzyazıdan ayıran, başka ifadeyle şiiri şiir yapan bu öğeleri kullanmadan şiir yazmak zannedildiği gibi kolay iş değildir. Zor iş de diyemeyeceğim; çok zor iştir. Fakat eli kalem tutan herkes bu tür manzumeler yazabilir ve yazıyorlar da. Fakat bu yazılanlar şiir midir? İşte bu soru işaretidir.
Bu şiirler bana Nasrettin Hoca'nın bir fıkrasını hatırlatır. Hoca'ya sormuşlar: "Hocam, kardan helva olur mu?" Hoca cevap vermiş: "Olur. Ben yaptım oldu. Ama tadını ben de beğenmedim."
Ahenk öğelerinden yararlanmadan şiir yazmaya çalışmak testere çivi, cam, tuğla vb. inşaat araçları ve malzemeleri kullanmadan ev yapmaya benzer. Oysa her türlü inşaat aleti ve malzemesi olan bir kişi sağlam bir evi kolayca yapabilir. Bu örneği şu amaçla veriyorum. Ahenk öğeleri kötü bir şiirin kusurlarını kapatır, yazılan bir metnin şiire benzemesini sağlar. Ahenk öğelerini kullanmadan iyi şiir yazmak ustalık ve deha gerektirir.
Başka milletlerin edebiyatında olduğu gibi bizim edebiyatımızda da vazgeçilemeyen ahenk unsurlarının başında ölçü (vezin) gelir. 1500 yıllık edebiyat tarihimiz boyunca bizde hece ve aruz olmak üzere iki ölçü kullanılmıştır. Hece ölçüsü bize ait yani milli bir ölçüdür. Eski Türk şiirlerinde ve günümüz Halk edebiyatında hece ölçüsünün kullanıldığını görüyoruz.
Peki, nedir hece ölçüsü? Cevabı çok basittir. Her dizede eşit sayıda hece oluşudur. Şimdi diyeceksiniz ki "Ben hece ölçüsüyle şiir yazdım." Peki, nasıl yazdın, dizelerde kaç hece var? "Bu şiirimde her dizede dokuz hece var, şu şiirimde on iki hece var." Olmadı. Dokuzlu, on ikili hece ölçüsü olmaz çünkü. Fakat filanca şairin filanca şiiri dokuzlu hece ölçüsüyle yazılmış. Olabilir, şair böyle bir ölçüyü denemiştir, fakat tadını kendi de beğenmemiştir.
Hece ölçüsünde üç kalıp vardır. Yedili, sekizli ve on birli hece kalıpları. Bir de yedinin iki katı olan on dörtlü hece ölçüsüyle şiir yazanlar çıkmıştır.
Her dizede yedi hece kullanarak şiir yazsak yeterli midir? Hayır, duraklara dikkat edeceksin. Önce dört hecelik kelime veya kelime grubu kullanacaksın, sonra da üç hecelik. Başka deyişle yedili hece ölçüsü 4+3 duraklı olmalıdır. Eğer şiir duraklara dikkat edilerek yazılmışsa, okuyucu dizeleri duraklarda kısa bir müddet durarak okur ve böylece bir ahenk oluşur. Mesela aşağıdaki mani duraklara dikkat edilerek ve yedili hece ölçüsüyle söylenmiştir:
Mani benim ezberim
Kan ağlıyor gözlerim
Ben o yârin yolunu
Ölene dek gözlerim.
Bu dörtlükte ölçü ve durak kusuru yoktur ve sesli okursanız hem dinleyenler hem siz ahengi sezerek şiirden zevk alırsınız. Fakat aşağıda yazdığım maninin ilk dizesi durak yönünden kusurludur ve sesli okununca bu dize müzikal bir etki yaratmaz. Bu dize 3+4 duraklıdır. Diğer dizeler kurala uygun olduğu için daha ahenklidir.
Gel bakma kimseye hor
Halkı yorma kendin yor
Yıkmak için çok düşün
Yıkmak kolay yapmak zor.
8'li hece ölçüsü 4+4 duraklıdır. Yunus Emre'den aldığım aşağıdaki dörtlük bu yönden kusursuzdur:
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi
Bir göz açıp yummuş gibi
Bu parçanın devamı olan dörtlüğün ikinci dizesi kusurludur. 5+3 duraklıdır ve bu dize ahengi bozmaktadır.
İş bu söze Hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi.
Usta şairlerde durak hatası çok azdır. Bu şiirden iki dörtlük daha yazayım; bu dörtlükler de ölçü ve durak bakımından kusursuzdur.
Şu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Miskin Âdem oğlanını
Benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter
Yere tohum saçmış gibi
On birli hece ölçüsü 6+5 veya 4+4+3 duraklı olur. Böyle derken 11'li hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin her dizesi 6+5 duraklı olmalıdır demek istemiyoruz. Aynı şiirin herhangi bir dizesi 4+4+3 duraklı olabilir, diğer dize 6+5 duraklı olabilir. Burada iş okuyucuya düşmektedir. Usta bir şiir okuyucusu dizeye bakar bakmaz hangi durakla yazıldığını sezmeli ve gerekli yerde durak yaparak şiirdeki ahengi dinleyiciye iletebilmelidir. Karacaoğlan'ın bir koşmasından aldığım aşağıdaki dörtlüklerin son dizeleri 6+5, diğer dizeler 4+4+3 duraklıdır.
Çukurova bayramlığın giyerken
Çıplaklığın üzerinden soyarken
Şubat ayı kış yelini kovarken
Cennet demek sana yakışır dağlar
Rüzgâr eser dallarınız atışır
Kuşlarınız birbiriyle ötüşür
Ören yerler bu bayramda çok üşür
Bülbül niçin yaslı bakışır dağlar
ARUZ ÖLÇÜSÜ
Aruz ölçüsü ise Araplara aittir. Rivayete göre Araplar bu ölçüyü, çöllerde develerle yaptıkları uzun yolculuklar esnasında develerin uzun ve kısa adım atışlarından esinlenerek oluşturmuşlar ve kullanmışlardır. Sonradan İranlılar da bu ölçüyü kullanmışlar ve geliştirmişlerdir.
Aruz ölçüsü şiirde ritimdir. Musiki eğitiminde öğrencilere "tüm teka tüm tek" şeklinde anlamsız sözcük veya hecelerle ritim çalışması yaptırılır. Ortaokul ve liselerde müzik öğretmenleri "lay la lay lay, la lay lay lay" heceleriyle bir bestenin notalarını, ahengini sezdirmeye çalışır ve bunları öğrencilere tekrarlatır. Mesela bu heceleri yarım ve tam vuruşluk notalar kabul ederek bir ritim oluşturalım. "Lay"hecesi tam vuruş olsun, "la" hecesi yarım vuruş olsun ve:
"Lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay" hecelerini bu doğrultuda okurken bir elimizle de aynı tempoyla masaya hafifçe vuralım. Bu ritmi birkaç dakika sürdürelim.
İşte aruz ölçüsü böyle bir şeydir. Araplar "tüm teka tüm tek" dememiş, "lay la lay lay" da dememiş. Peki ne demiş? Bize saçma gelen, liseyi bitirip de aruz lafı edilince küçümseyip alay ettiğimiz "failün, mef'ulü, failatün" gibi anlamsız ritim kalıpları söylemiş.
Şimdi yukarıda belirttiğim: "Lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay" ahenk kalıbında küçük bir değişiklik yapalım ve "faa i laa tün / faa i laa tün / faa i lün/ diyelim. Yine aynı ritmi elde ederiz öyle değil mi? Yani buradaki ahenk önce tam vuruş (faa), sonra yarım vuruş (i), sonra iki defa tam vuruş (laa tün) biçimindedir. Aruz ölçüsünde benim tam vuruş dediğim heceler uzun hecedir, yarım vuruş dediğim heceler de kısa hecedir.
Bir uzun, bir kısa, iki uzun heceden oluşan bu ritim kalıbı (aruzdaki tabirle aruz cüzü) iki defa tekrar edildikten sonra bir uzun, bir kısa ve bir uzun heceden oluşan "faa i lün" ritim kalıbı gelmektedir.
Şimdi bu kalıbı "faa i laa tün / faa i laa tün / faa i lün" şeklinde ritme uygun okuduktan sonra aynı ritimle Süleyman Çelebi'nin yukarda belirttiğim aruz kalıbıyla yazılmış olan Mevlit'inden aldığım şu dizeyi okuyalım:
"Dii di gör düm / ol ha bii bin / aa ne si
Bir a cep nur / kim gü neş per / vaa ne si/
Gördüğünüz gibi dizeler "lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay" veya "faa i laa tün / faa i laa tün / faa ilün" ritim kalıplarına uygun hecelerden oluşmaktadır. Şiirin tamamını incelerseniz her dizenin bu ritme uygun olduğunu görürsünüz. Bu örnekten çıkarılacak sonuç şudur. Aruz ölçüsü ritimden veya ahenkten ibarettir.
Yukarıda bir örneğini verdiğimiz kalıp gibi yüzden fazla aruz kalıbı mevcuttur. Biz Türkler bu kalıplar içinde en çok Mevlit'te kullanılan kalıbı sevip kullanmışız. Sebebi ise hecenin 4+4+3=11'li kalıbına benzemesidir. Burada bir örnek daha vermek istiyorum. "La lay lay lay" ritmini dört defa tekrar edelim. İşte bu ritim de çok kullandığımız bir aruz kalıbıdır. Tabii ki aruzda bu kalıp başka hecelerle seslendiriliyor. Bir yarım, üç tam vuruşu ifade eden "me faa ii lün" cüzüyle. Bu cüzü dört defa söylerseniz aruz kalıbı ortaya çıkar. Bu kalıbı ve Bülbül şiirinden iki dizeyi alt alta yazalım.
Me faa ii lün / me faa ii lün / me faa ii lün / me faa ii lün
E şin var aa / şi yaa nın var / ba haa rın var / ki bek ler din
Kı yaa met ler / ko par mak ney/ di ey bül bül / ne dir der din
Görüldüğü gibi bu dizeler de belirli bir ahenge uyularak yazılmıştır. Hecelerden birini okumazsanız veya bir heceyi yanlış okursanız veya bir kelimenin yerini değiştirirseniz ahenk bozulur.
Aruz ölçüsüyle şiir yazmak zordur. Liselerde edebiyat öğretmenleri bu ölçüyü gençlere öğretemiyor ve sevdiremiyor. Günümüzde aruz ölçüsü küçümsenen, hatta alay edilen çağ dışı lüzumsuz bir ayrıntı olarak görülmektedir. Aruzun bir ritim olduğu gerçeği görmezden gelinmekte hatta yeni nesillerden gizlenmektedir. Eminim ki bu yazıyı okuyan genç kardeşlerimin birçoğu ifade ettiğim bu gerçekleri hiç duymamıştır.
Oysa aruz ölçüsünü öğrenmek çok kolaydır. Birkaç basit kuralı vardır. Bu kurallar bilinince şiire yeteneği olanlar bu ölçüyle şiir yazabilir. Bilinmesi gereken kurallar şunlardır:
1. Kısa ünlü ile biten heceler kısa hece kabul edilir: "araba" sözcüğündeki hecelerin üçü de kısadır.
2. Ünsüzle veya uzun ünlüyle biten heceler uzun hece kabul edilir: "çakmak, naamahrem, biitab" sözcüklerindeki tüm heceler uzundur.
3. Sonunda iki ünsüz olan "Türk, üst, kurt" gibi heceler medli hecedir, yani bir buçuk hecedir. Başka deyişle bir uzun bir kısa hece kabul edilir.
4. İçinde uzun ünlü olup ünsüzle biten "aab, yaar" gibi heceler medli hecedir; bir buçuk hece kabul edilir.
5. Dize sonundaki her hece uzun kabul edilir.
6. Aruz ölçüsüne uydurmak için bir sözcüğün sonundaki ünsüz, ünlüyle başlayan sonraki sözcüğün başında okunabilir; bu ses olayına ulama denir.
7. Aruz kalıbına uydurmak için kısa heceyi uzun okumaya imale denir; imale aruz kusurudur. Usta şairlerde (Mesela Yahya Kemal'de) imale pek görülmez.
8. Aruz kalıbına uydurmak için uzun heceyi kısa okumak da zihaftır ve bu da bir aruz kusurudur.
Şimdi Yahya Kemal'in bir şiirinden birkaç dizeyi kalıba uygunluk bakımından inceleyelim.
Mef uu lü / me faa ii lü / me faa ii lü / fe uu lün
Bin at lı / a kın lar da / ço cuk lar gi / bi şen dik
Bin at lı / o gün dev gi / bi bir or du / yu yen dik
Ak tol ga / lı bey ler be / yi hay kır dı / i ler le
Görüldüğü gibi bu üç dize aruz ölçüsü yönünden kusursuzdur. Şiirin tamamını bu şekilde incelerseniz imale ve zihafa başvurulmadığını görürsünüz.
(Önemli not: Uzun a, u ve i sesleri halk arasında şapka denilen düzeltme ve inceltme işaretiyle gösterilmelidir. Ben bu yazımda bu işareti kullanmak yerine uzun ünlüleri göstermek için aynı ünlüyü iki defa kullanmayı tercih ettim.)
KAFİYE (Değer Yönünden)
Kafiye tarih boyunca şiirin vazgeçilmez ahenk öğelerinden olmuştur. Ustaca kullanılmış kafiyeler şiire ahenk kattığı gibi bir metnin kolay ezberlenmesini sağlar. En azından uzun süre hatırlanmasına katkıda bulunur. Bundan başka bir duygu veya düşünceyi zihinlerde iz bırakacak şekilde vurgulamamıza yardım eder.
Türk milleti tarih boyunca kafiyeye düşkün olmuştur. "Azı karar, çoğu zarar. Adamı adam eyleyen paradır, parasız adamın yüzü karadır." gibi yüzlerce atasözünde ve özdeyişlerde kafiye görebilirsiniz. Masalların "Az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik." gibi tekerlemelerinde; "Suya düşer ıslanmaz, yere düşer paslanmaz. İki yıldız, gözleri boynuz." gibi bilmecelerde; Tahir ile Zühre, Dede Korkut Hikâyeleri gibi anonim eserlerde sıkça kafiye kullanılmıştır.
Kafiye konusu değer, diziliş ve anlayış yönünden olmak üzere üç bakış açısıyla incelenir.
Değer yönünden kafiyeyi yarım, tam, zengin ve cinaslı olmak üzere dörde ayırabiliriz. Tek ses benzerliği yarım, iki ses benzerliği tam, ikiden çok ses benzerliği ise zengin kafiyedir.
Ancak redif ile kafiyeyi karıştırmamak gerekir. Aynen tekrar edilen ekler, kelimeler ve kelime grupları rediftir. Farklı öğelerdeki ses benzerlikleri ise kafiyeyi oluşturur. Farklı öğeler ile şunu kastediyoruz. Mesela iki farklı kök, iki farklı gövde, iki farklı ek, bir kök ile bir gövde, bir ek ile bir kök veya gövde.
Kısaca görev ve anlam yönünden aynı olan öğelerdeki ses benzerliği redif, farklı öğelerdeki ses benzerliği kafiyedir.
Şimdi birkaç nazım parçasını bu bakış açısıyla inceleyelim. Faruk Nafiz'den bir dörtlük yazıyorum:
Derinden derine ırmaklar ağlar
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi.
Ey suyun sesinden anlayan bağlar
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?
Bu dörtlüğün 1. ve 3. dizesindeki "ağlar, bağlar" sözcüklerinde beş sesten oluşan zengin kafiye mevcuttur. Bu tür zengin kafiyelere tunç kafiye de diyenler mevcuttur. Bu sözcüklerde redif yoktur. Çünkü "ağlar" sözcüğü ağlamak fiilinin geniş zamanıdır. "Bağlar" sözcüğü ise "bağ" isminin çoğul halidir. Dolayısıyla bu sözcüklerdeki ekleri redif kabul edemeyiz. Fakat bu dizeler ". ırmaklar ağlar / . kendine bağlar" şeklinde olsaydı bu durumda "ağlar" ve bağlar" sözcüklerinin sonundaki "-r" geniş zaman eki aynen tekrar edildiği için "r" sesi redif, sondan başa doğru "a,l,ğ,a" sesleri zengin kafiye derdik.
Yine bu dizeler ". denize atıldı ağlar / . anlayan bağlar" sözcükleriyle bitseydi bu durumda "ağlar" ve "bağlar" sözcüklerindeki "-lar" ekleri çoğul ekidir bu yüzden rediftir; "ğ,a" sesleri ise tam kafiyedir derdik.
2. ve 4. dizelerde "çoban çeşmesi" kelime grupları aynen tekrar edilmiştir; o halde rediftir. "Uzağa" ve "dağa" sözcüklerinin sonundaki "a" sesleri de aynı ektir; ismin -e hal eki. Bu durumda "a" seslerini de redif kabul ederiz. Dolayısıyla "uzağa" ve "dağa" sözcüklerindeki "ğ, a" sesleri tam kafiye olur.
Bursa'da bir eski cami avlusu
Mermer şadırvanda şakırdayan su
Tanpınar'ın "Bursa'da Zaman" şiirinden aldığım yukarıdaki dizelerde redif yoktur. Çünkü "avlusu" sözcüğünün sonundaki "u" 3. tekil kişi iyelik eki, "s" ise kaynaştırma ünsüzüdür. İkinci dizenin sonundaki "su" ise isim köküdür. Aynen tekrar edilen ek veya kelime olmadığı için redif yoktur. Kısaca "u,s" sesleri tam kafiyedir.
Bu dizeler ". avlusu / . havlusu" sözcükleriyle bitseydi sondaki "su" sesleri redif "u, l, v, a" sesleri zengin kafiye olacaktı.
Katar katar olmuş gelir turnalar
Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
Bir halk türküsünden aldığım bu dizelerde tekrar edilen "gelir turnalar" sözleri rediftir. "Olmuş" sözcüğündeki öğrenilen geçmiş zaman ekinin "ş"si ile "hoş" isim kökünün "ş"si yarım kafiyedir. Bu dizeler ". olmuş gelir turnalar / . dolmuş gelir turnalar" olsaydı bu durumda "-muş" ekleri de redif olurdu; "ol" ve "dol" fiil köklerindeki "l, o" sesleri tam kafiye kabul edilirdi.
Yollara Kürşatlar uzanmış, ölü.
Ağlasın ak ülke, ağlasın süt gölü.
Arif Nihat Asya'dan aldığım yukarıdaki dizelerde redif yoktur. "Ölü" sözcüğündeki "-ü" eki fiilden isim yapma ekidir. Ölmek fiilinden yeni tür ve anlamda bir sözcük türetmiştir. "Gölü" sözcüğünün sonundaki "-ü" ise tamlanan eki veya 3.tekil kişi iyelik ekidir. Bu ekler farklı öğeler olduğu için kafiye sayılır. Dolayısıyla bu dizelerde "ü, l, ö" sesleri zengin kafiyedir.
Dört yana baktım da geldim
Köprüleri attım da geldim
Acemi bir şairden aldığım yukarıdaki dizelerde ise kafiye yoktur. Çünkü "geldim" fiili ile "de" bağlacı aynen tekrar edildiğinden rediftir. Ayrıca "baktım" ve "attım" sözcüklerindeki "-tı" eki görülen geçmiş zaman; "-m" ise 1. tekil şahıs ekidir. Yani "-tım" sesleri de rediftir. " At" ve "bak" fiil köklerinin sonundaki "t" ile "k" benzeşmediği için kafiye yoktur; "a" seslerinin de bir hükmü yoktur. Bu konudaki kural şudur. Benzeşen sesler sondan başa doğru sayılır, benzeşen ses kalmayınca diğer seslere dikkat edilmez.
İnsan odur ki bıraka her yerde bir eser
Eser bırakmayanın yerinde yeller eser
Bu dizelerde redif yoktur çünkü dizelerin sonundaki "eser" sözcükleri aynen tekrar edilen öğeler değildir. Birinci dizedeki, yapıt anlamında kullandığımız isim soylu bir kelime olan eser'dir, ikinci dizedeki ise esmek fiilinin geniş zamanıdır. Bu tür kafiyelere de cinaslı kafiye diyoruz.
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya?
Ben yârimden ayrılmam
Götürseler asmaya
Bu manide kullanılan "asmaya" sözcükleri de farklı kelimeler olduğu için cinaslı kafiyedir. Cinaslı kafiyelerde ses sayısı önemli değildir.
KAFİYE (Diziliş ve Anlayış Yönünden)
Diziliş yönünden kafiye derken kafiyeli dizelerin sıralanış biçimini kastediyoruz. Halk ve Divan edebiyatlarında düz ve çapraz dizilişten başka mani tipi dediğimiz kafiye dizilişi de mevcuttur. Servet-i Fünun döneminde Batıdan alınan sone nazım şekliyle birlikte şiirimizde sarma diziliş de görülür.
Düz diziliş kafiyeli dizelerin alt alta olmasıdır. Buna mesnevi tarzı da diyoruz.
Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir, dağlar kahraman.
Bu beytin kafiyeleri değer olarak tam, diziliş olarak düzdür. Halk edebiyatındaki koşma, semai, varsağı, destan, ilahi gibi nazım şekillerinde birinci dörtlük hariç hep düz diziliş görülür.
Ben kocadım sen genceldin
Başa bela nerden geldin
Kâhi indin kâh yükseldin
Şimdi oldun turna gönül
Âşık Veysel'den aldığım yukarıdaki dörtlüğün ilk üç dizesi birbiriyle kafiyelidir. Görüldüğü gibi bu dörtlük düz dizilişe sahiptir. İstiklal Marşı'mız düz dizilişin mükemmel bir örneğidir çünkü dörtlüklerdeki her dize birbiriyle kafiyelidir.
Çapraz diziliş genellikle Halk edebiyatında ve şiirlerin ilk dörtlüklerinde görülür. Bu dizilişte dörtlüklerin sadece 2. ve 4. dizeleri kafiyeli olabilir. Mesela yine Âşık Veysel'den aldığım aşağıdaki dörtlük böyledir.
Güzelliğin on Par'etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Necip Fazıl'dan aldığım aşağıdaki dörtlükte 1. ve 3. dizeler kendi arasında; 2. ve 4. dizeler kendi arasında kafiyelenerek çapraz diziliş oluşturmuştur.
Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde
Ve uçtu tepemden birdenbire dam
Gök devrildi, künde üstüne künde
Mani tipi dediğimiz dizilişte ise 1, 2. ve 4. dizeler kendi arasında kafiyelidir; üçüncü dize serbesttir. Dizilişe adı verilen manilerden bir örnek:
Bahçelerde saz olur
Gül açılır yaz olur
Ben yârime gül demem
Gülün ömrü az olur.
Mani tipi diziliş Divan şiirindeki tuyuğ ve rubailerde de görülür.
Sarma diziliş yukarıda belirttiğimiz gibi edebiyatımıza Batı'dan girmiştir. Bu diziliş Halk ve Divan şiirinde görülmez. Sarma dizilişte 1. ve 4.dizeler kendi arasında; 2. ve 3. dörtlükler kendi arasında kafiyelidir. Yahya Kemal'in Ok şiirinden aldığım aşağıdaki dörtlükte sarma diziliş görüyoruz.
Yavuz Sultan Selim Han'ın önünde
Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı
Bu yüksek tepeye dikti bu taşı
O yüce hünkârın mutlu gününde.
Anlayış yönünden kafiye ise "Kafiye göz için midir, kulak için midir?" tartışmasına dayanır. Bu tartışma Servet- i Fünun edebiyatının doğmasını sağlamıştır. Tartışmanın sebebi 1928'den önce kullandığımız Arap alfabesinin çok harfliliğidir.
Harf nedir? Harf seslerin yazıdaki işaretidir. Bizim şu anda "k" ile gösterdiğimiz ses Arap alfabesinde "kaf, kef" olmak üzere iki farklı harfle gösteriliyordu. Mesela "ak" sözcüğünde kaf, "ek" sözcüğünde kef kullanılırdı. Divan edebiyatında "ak" ile "ek" kafiye kabul edilmezdi. Kulağa kafiyeli gelen bu sözcükler farklı harflerle yazıldığı için göze kafiyeli görünmüyordu. Oysa Halk şairleri bu ayrıntıya dikkat etmemiş, kafiyeyi kulağa göre uygulamışlardır.
Tanzimat edebiyatının son döneminde "abes" ile "muktebes" kafiyeli midir, kafiyesiz midir tartışması yaşanmış, edebiyatçılar ikiye bölünmüştür. Bu sözcüklerde de "ak" ile "ek"e benzeyen bir sorun vardır. Bizim "s" ile gösterdiğimiz ses Arap alfabesinde "sin, se, sad" gibi üç farklı harfle gösterilirdi. Abes "se" harfiyle, muktebes sin harfiyle bitiyordu. Yani bu sözcükler kulağa kafiyeli geliyordu ama yazımları farklıydı. Bundan başka bizim "h" ile gösterdiğimiz ses "ha, hı, he" olmak üzere üç farklı harfle gösterilmiştir.
"Kulak için mi, göz için mi kafiye"nin aslı budur. Günümüzde böyle bir sorun yoktur.
REDİF
Şiirdeki ahenk unsurlarından biri de rediftir. Redifin ne olduğunu, redif ile kafiye arasındaki farkları daha önce vurgulamıştık. Redifleri kafiye zannederek şiir yazanları eleştirip onları acemilikle suçlamıştık.
Edebiyatımızda redifi ahenk öğesi kabul etmeyen, rediflerden olabildiğince kaçınan şairler olmuştur. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar böyle bir anlayışa sahiptir. Ona göre rediften yararlanmak bir zayıf şairlerin işidir. Kulağa hoş gelecek kafiye bulamayanların başvurduğu bir yoldur. Fakat gelmiş geçmiş şairlerimizin ezici bir çoğunluğu redifi benimsemiş, ahenk öğesi olarak kullanmayı bilmişlerdir.
Redif tek harften oluşacağı gibi dizelerin hemen hemen tümü rediften ibaret de olabilir. Köroğlu'dan aldığım "Bizim yaylanın uşağı / Belinde Aydın kuşağı" dizelerinin sonundaki "-ı" ekleri tek sesten ibaret rediftir. Nedim'den aldığım aşağıdaki dizelerde kafiyeler, redifin baskısıyla ezilmiş, ikinci plana itilmiştir:
Safa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim
Vefa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim
Bu beyitte "safa ve vefa" sözcüklerindeki "fa" hecesi kafiye, diğer sözcükler rediftir.
Biz dünyaya veda ettik
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Yukarıdaki dörtlük Yunus Emre'ye aittir. Dörtlüğün 1. ve 3. dizelerinde kafiye yoktur; 2. ve 4. dizelerde ise "kal- ve kıl- fiil köklerindeki "l" ünsüzü yarım kafiye "-anlara selam olsun" ek ve sözcükleri rediftir. Bu dörtlüğe ahenk katan öğe hiç şüphesiz ki bu güzel rediflerdir.
Gül yüzünde göreli zülf-i semensay gönül
Vay gönül vay bu gönül vay gönül eyvay gönül (Murabba nazım şekli)
Divan edebiyatı şairlerinden Ahmet Paşa'ya ait yukarıdaki dizelere "gönül" redifinin kattığı ahengi ve güzelliği anlatmaya gerek yok sanırım.
O gül endam bir al şale bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün
Bu beyitteki redifler de ustaca bulunmuş, şiire ahenk katan öğelerden biri haline gelmiştir.
Halk şairleri kafiye konusunda daima rahat olmuşlardır. Öyle ki Divan şairleri asla yarım kafiye kullanmamışlar, kafiyelerinin en az iki sesten oluşmasına dikkat etmişlerdir. Halk şairleri ise tek sesten ibaret kafiyelerle yetinmişlerdir. Hatta en usta Halk şairleri bile bazı dörtlüklerinde kafiye kullanmamış, rediflerle yetinmiştir. Mesela Karacaoğlan'dan aldığım aşağıdaki dörtlük böyledir:
Aradılar bir tenhada buldular
Yaslandılar şivgalarım kırdılar
Yaz bahar ayında bir od verdiler
Yandım gittim ala dağlı kar iken
Bu dörtlükte kullanılan "buldular, kırdılar, verdiler" sözcüklerindeki "-dular, -dılar, -diler" ekleri rediftir; "bul-, kır-, ver-" köklerindeki "r" yarım kafiyedir ama ilk dizedeki fiil kökünde kafiye yoktur. Yine Karacaoğlan meşhur bir semaisinden bir dörtlük:
Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi
Bu dörtlüğün 2. ve 4. dizelerinde kullanılan "göz ve kaş" isim kökleri kafiyeli değildir. "-lerin kara değil mi" ek ve sözcükleri rediftir. Kısaca bu dörtlükte kafiye yoktur, şiire ahenk katan öğe rediflerdir. Bu şiir ve şairi için "Kafiye kullanmamış, redifleri kafiye gibi kullanmış; kötü şiir, kötü şair." demek mümkün müdür?
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Ustaca kullanılmış redifler şiire en az ölçü ve kafiye kadar ahenk katar.
ALİTERASYON ve TEKRARLAR
İç kafiye de denilen aliterasyon ise en ilkel toplumlardan çağdaş milletlere kadar her devirde ve her edebiyatta kullanılan bir ahenk öğesidir. Aliterasyonu "aynı dize içinde belli seslerin" yinelenmesi olarak tanımlayabiliriz.
Fakat aliterasyon yapılırken yinelenmek üzere seçilen sesler ve bu sesleri içeren sözcükler tesadüfen kullanılmamalıdır. Mesela romantik duygular anlatılırken veya bir bahar tasviri yapılırken "ç, k, p" gibi sert ünsüzlerden kaçınmak gerekir. Anlatmaya çalıştıklarımızı somut örneklerle ifade edelim. Divan edebiyatı şairlerinden Nef'i baharın güzelliğini şu beyitle tasvir etmiş:
Erdi yine ürdi behişt oldu hava amber sirişt
Âlem behişt ender behişt her guşe bir bağ-ı irem ( Nefi )
(Yine nisan ayı geldi, hava amber kokulu oldu; dünya cennet içinde cennet gibidir.)
Bu dizelerde işlenen temaya uygun olarak "r, ş" sessizlerinin bulunduğu sözcükler seçilmiş, okuyucuya bahar gelince işittiğimiz yaprak hışırtıları ve kuş cıvıltıları işitsel olarak duyurulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Sait Faik'in "Hişt Hişt" hikâyesinde anlattığı; baharda, doğayla iç içeyken duyabileceğimiz, nereden ve neyden geldiğini anlayamadığımız fakat bize canlılığı, hareketi sezdiren sesler "behişt, sirişt" kafiyeleri ile duyurulmuştur.
Yine Nef'i bir savaş sahnesini anlatırken şu iki dizeyi yazmış:
Evc-i hevada siyt-i çekaçak-ı tiğden
Avaz ü ra'd ü saika reh güm-künan olur
(Savaş alanındaki at kişnemelerinden ve kılıç şakırtılarından ürken yıldırımlar gökte yolunu şaşırır.)
Bu beyitteki imgenin harikuladeliği bir yana seçilen sözcüklerdeki aliterasyona hayran kalmamak elde değil. Şair "siyt-i çekaçak-ı tiğ" derken kınından çıkarılan ve sonra çarpışınca çak çuk diye sesler çıkaran kılıç seslerini işittiriyor bizlere; ayrıca ikinci dizede de "ra'd ü saika" ve "reh güm-künan" sözcüklerindeki aliterasyonla gök gürültüsünü işitmemizi sağlıyor.
Aynı temayı işleyen Köroğlu bir koçaklamasının dörtlüklerini: "Meydan gümbür gümbürlenir / Divan gümbür gümbürlenir" dizeleriyle bitiriyor. "Gümbürlenmek" buluşuyla "gümbür" yansıması cenk meydanındaki gürültüyü işitmemizi sağlıyor.
Nazım Hikmet "makinalaşmak" şiirinde şöyle der:
Trrrrum
Trrrrum
Trrrrum!
Trak tiki tak
Makinalaşmak
İstiyorum!
Şair, bu dizelerde anlatmak istediği makineleşmek arzusunu ses taklitleriyle pekiştirerek unutulmaz dizeler oluşturmuştur. Anonim halk edebiyatına ait bir şiirden aldığım: "Bahçeye de kurdum çifte salıncak / Yar gelip yar gidip sallanacak" dizeleri ses ve ahenk yönünden değme şairlere taş çıkartacak cinstendir. Bu dizeleri okurken sallanan bir salıncağın ahengini işitmemek mümkün değildir.
Çok sevdiğim şair Fazıl Hüsnü'den de örnekler vermek istiyorum. Şairimiz Kınalı Kuzu Ağıdı şiirinde şöyle diyor:
Kara koyun kuzular kuzulamaz
Me deme
Kara koyunun kuzusu, kınalı kuzum
Görür görmez yüzünü, bekle azıcık
Meme deme
Bu beşlikte şair "k, z" sesleriyle aliterasyon yapıyor; ayrıca 1. ve 3. dizelerde her sözcük "k" ünsüzüyle başlıyor. Şairimiz bu ahenk unsurlarıyla yetinmeyip 2.ve 5. dizelerdeki sözcükleri "me" hecesiyle bitirerek kuzu melemesini işitmemizi sağlıyor.
"Malazgirt Ululaması" başlıklı destanında çok özgün bir buluşla okuyucuyu hayran bırakıyor şair.
Savaşanlar yer sayılarınca değil
Gök sayılarıncadırlar ey oğul
Bizim yıldızlarımız
Çok daha...
Bu dörtlükteki "sayılarıncadırlar" buluşuyla aliterasyondan başka "karınca" çağrışımıyla savaşanların çokluğu daha da vurgulanmış oluyor.
Lise tahsili gören herkes Fuzuli'nin şu beytini duymuştur.
Dest-busu arzusuyle ölürsem dostlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yâre su
(Ey dostlar, sevgilinin elini öpme arzusuyla ölürsem, mezar toprağımdan bir testi yapıp onunla yâre su verin.)
Bu dizelerde dikkati çeken sesler "su" sesleridir. Şairimiz bu seslerin bulunduğu sözcükleri seçerek Arap çöllerinde "suu, suu" diye inleyen birinin iniltisini duyurmaya çalışıyor.
Son olarak ses virtüözü olarak niteleyebileceğimiz Behçet Necatigil'in "Kilim" şiirindeki aliterasyondan bahsedeyim. Şair bu şiirde çarpık ve plansız kentleşmeden, ürettiğimiz her şeydeki zevksizlikten bahsediyor. Kentlerdeki bu zevksizlik ve gürültü kirliliği temaya uygun ahenksiz kelimelerle okuyucuya duyuruluyor. Şair öyle kelimeler seçiyor ki okurken rahatsız oluyoruz. Kısaca ahenksizliğin ahenk olarak kullanıldığı bir şiir yazmış Necatigil. Şiir çok uzun olduğu için birkaç dizesini yazmakla yetineceğim.
Çok çiğ, çiçek -hiç yok- hani bu kilimde?
Hani beyaz, beyaz, beyaz. Beyazları ne yaptın?
Çok çiğ bu kızgın yaz, çiğ bu kara kış!
Bari biraz kışlarda. Çıplak, çok çiğ!
Çok çiğ bu çığlık, bu en bol renk: Kara! Ben sana.
Çok çiğ kesik öksürük, çiğ çatlak çağıltı.
Bu şiirin tamamını bulup yatmadan önce iki defa sesli okuyun; mümkünü yok uyuyamazsınız. Çünkü birileri beyninize bir çekiçle "çok çiğ çağ" diyerek vurur.
Kelime Tekrarları / Tekrir Sanatı
Şiirimizde sıklıkla başvurulan ahenk unsurlarından biri de tekrarlardır. Aynen tekrar edilen ekleri, kelimeleri ve kelime gruplarını redif olarak tanımlamış ve daha önce örneklendirmiştik. Bu bölümde Divan edebiyatında tekrir (yineleme) denilen kelime tekrarlarından bahsedeceğiz. Bu tür tekrar unsurlarını Divan şairleri edebi sanat kabul ediyordu.
Bana göre tekrir sanatının en güzel örneği Fuzuli'ye ait aşağıdaki beyittir:
Canı için kim ki cananın sever canın sever
Canı kim cananı için sevse cananın sever
Aruzun "faailaatün, faailaatün, faailaatün, faailün" kalıbıyla yazılmış olan bu harika beyitte "can ve canan" sözcükleri altı defa kullanılmış, ayrıca "sevmek" fiili dört defa yinelenmiş, "için ve kim" sözcükleri de ikişer defa metinde yer almıştır. Kalıba uygunluk, kafiye ve rediflerin mükemmelliği, aliterasyon ve asonans güzelliği bir yana, bu beyit gerçek sevginin ne olduğunu çok güzel ifade etmektedir. Şiirde biçim ve içerik mükemmelliği denince aklıma ilk gelen örnek budur.
Fuzuli birinci dizede "kim ki kendi canı için cananını -eşi, çocukları, akrabaları, dostları- severse o aslında kendi canını sevmektedir" diyerek gerçek sevginin karşılıksız olması gerektiğini vurguluyor. İkinci dizede tezat sanatı yaparak "kim kendi canını cananı için severse aslında o cananını sevmektedir" diyor. Kendi canını sevmeyen, içki içen, az uyuyup çok çalışan, ufak tefek hastalıkları önemsemeyen bir insan düşünelim ve bu insanın genç yaşta öldüğünü veya kötürüm olduğunu var sayalım. Kendi canını sevmeyen bu kişinin kime kötülüğü olur? Elbette ki ailesine. Bunun tersi ise sağlığına, yemesine içmesine önem veren bir insan düşünelim. Onun geçirdiği uzun ve sağlıklı ömrün kime faydası olur? Elbette ki ailesine.
Yunus Emre'nin de tekrir sanatına örnek gösterebileceğimiz çok güzel bir beyti vardır:
Beni bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içerü
Bu beyitte ben sözcüğü altı defa yinelenmiştir.
Düzyazıda kelime tekrarı yapmak, aynı cümlede bir sözcüğü birden fazla kullanmak -edebi sanat olmaktan vazgeçtik- çok önemli bir kusurdur. Bu kusurların sıklığı yazan kişinin kelime dağarcığının yetersizliğini gösterir. Yinelemeler şiirde edebi sanat kabul edilir; çünkü yinelemeler şiire ses yönünden ahenk kattığı gibi bir duygu veya düşüncenin pekiştirilerek vurgulanmasını sağlar. Fakat planlanmadan, hesapsız yapılan kelime tekrarları şiirde tekdüzelik de oluşturabilir. Yinelemelerde dikkatli ve ölçülü olmak gerekir.
1989'da vefat eden Orhan Murat Arıburnu, İstanbul'un Laleli semtinde oturan sevgilisi için şöyle bir şiir yazmış:
Lalelim
Laleli'de oturur.
Laleli, lale olur lalelimden.
Laleli'den geçilir
Lalelimden geçilmez.
Şair bu harika şiirinde sevgilisine "lalelim" demektedir. Belki onun adı Lale'dir, belki de şair sevdiğini laleye benzettiği için "sevgilim, Lale'm, Ayşe'm" diyecek yerde "lalelim" diyor. Sevgilisinin oturduğu semt Lalelidir. Laleli semti, şairin gözünde, sevgilisi orada oturduğu için laleye benzemektedir, yani bu semti çok sevmektedir. Şair şiirin sonunda "geçmek" fiilini önce temel, sonra mecaz anlamda kullanıyor. Laleli bir semttir, oradan her yolcu gibi geçmek mümkündür, ama şairin sevgilisinden vazgeçmesi mümkün değildir. Dikkat edilirse bu şiirde yinelenen sözcüklerin hiçbiri gereksiz değildir.
Ahmet Haşim bir şiirini "Akşam, yine akşam, yine akşam. / Göllerde bu dem bir kamış olsam" dizeleriyle bitirirken yinelemelerin gücünden yararlanarak bir arzusunu vurgulamaktadır.
Şiirde ahengi her şeyin üstünde tutan Servet- i Fünun'un büyük şairi Cenap Şahabettin, Elhan-ı Şita (kış nağmeleri) başlıklı şiirinde kar yağışını tasvir ve taklit ederken diğer ahenk öğelerinden olduğu gibi yinelemelerden de yararlanıyor.
Sağdan sola soldan sağa lerzan ü girizan
Gâh uçmada tüyler gibi gâh olmada rizan
Necip Fazıl'ın "Otel Odalarında" başlıklı şaheseri sanırım Cumhuriyet döneminde yazılan şiirlerdeki yinelemelerin en güzel örneğidir. Bu harika şiirden birkaç beyit yazıyorum:
Bir merhamettir yanan daracık odaların
İsli lambalarında isli lambalarında
Gizli bir akis kalmış gelip geçen her yüzden
Küflü aynalarında küflü aynalarında
Bir sırrı sürüklüyor terlikler tıpır tıpır
İzbe sofalarında izbe sofalarında
Duyuluyor zamanın tahtayı kemirdiği
Tavan aralarında tavan aralarında
Ağlayın aşinasız sessiz can verenlere
Otel odalarında otel odalarında
Son olarak Dağlarca'dan bir örnek vererek yazımı noktalıyorum:
Oğullarla Analar
Er oldu o
Giysi verdiler şayak
Sağlam mı sağlam
Ayakkabı verdiler kabaralı
Sağlam mı sağlam
Kütüklük verdiler kösele
Sağlam mı sağlam
.
Savaşa girdi o
Düşüverdi ilk kurşunda
Dayandı anasının yüz bin yıllık yüreği
Sağlam mı sağlam
En ilkel toplumlardan çağdaş ve modern toplumlara kadar her milletin edebiyatında şiir ve müzik birlikte gelişmiştir. Eski Türklerde şiirlerin kopuz eşliğinde söylenmesi, eski Yunanda ozanların lir çalarak şiirler okumaları, günümüzde tüm ezgilerin güftelerinin şiir olması; ağıt ve türkü sözlerinin şiir olması bu fikri ispat eden örneklerdir. Hiçbir bestekâr bir makalenin veya bir romanın birkaç paragrafını bestelemeyi düşünmemiştir. Bu yüzden edebi türler içinde müziğe en yakın olanı şiirdir.
Şiirde elbette ki anlam da önemlidir. Fakat şiir hiçbir zaman anlam sanatı olmamıştır. Eğer anlam sanatı olsaydı çeviri şiirler çok beğenilir ve dillerden düşmezdi. Şiirde önemli olan neyin anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıdır. Eğer şiir anlam sanatı olsaydı "Allah, peygamber, vatan, millet sevgisi" gibi ulvi temaları işler ve kolayca şair olurduk.
Şiir ses ve söyleyiş sanatıdır. Söyleyiş derken özgünlük demek istiyoruz. Yani iyi şair ele aldığı bir temayı herkesten farklı, kendine has bir üslupla ifade etmelidir. Ses sanatıdır derken şiirdeki müzikaliteyi, başka deyişle ahengi kastediyoruz. Şiirde ahenk öğeleri; ölçü (aruz, hece), kafiye, redif, aliterasyon, asonans ve kelime tekrarlarıdır.
Yukarıda ifade ettiğim öğeler olmadan, yani ölçüsüz ve kafiyesiz şiir yazılamaz mı? Elbette ki yazılır ve yazılmıştır da. Birinci Yeniler (Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat) ve bu akımdan etkilenen bazı şairler böyle şiirler yazdılar. Fakat bu şairlerin en beğenilen şiirleri ahenk öğelerinden yararlanarak yazdıkları şiirler olmuştur.
Şiiri düzyazıdan ayıran, başka ifadeyle şiiri şiir yapan bu öğeleri kullanmadan şiir yazmak zannedildiği gibi kolay iş değildir. Zor iş de diyemeyeceğim; çok zor iştir. Fakat eli kalem tutan herkes bu tür manzumeler yazabilir ve yazıyorlar da. Fakat bu yazılanlar şiir midir? İşte bu soru işaretidir.
Bu şiirler bana Nasrettin Hoca'nın bir fıkrasını hatırlatır. Hoca'ya sormuşlar: "Hocam, kardan helva olur mu?" Hoca cevap vermiş: "Olur. Ben yaptım oldu. Ama tadını ben de beğenmedim."
Ahenk öğelerinden yararlanmadan şiir yazmaya çalışmak testere çivi, cam, tuğla vb. inşaat araçları ve malzemeleri kullanmadan ev yapmaya benzer. Oysa her türlü inşaat aleti ve malzemesi olan bir kişi sağlam bir evi kolayca yapabilir. Bu örneği şu amaçla veriyorum. Ahenk öğeleri kötü bir şiirin kusurlarını kapatır, yazılan bir metnin şiire benzemesini sağlar. Ahenk öğelerini kullanmadan iyi şiir yazmak ustalık ve deha gerektirir.
Başka milletlerin edebiyatında olduğu gibi bizim edebiyatımızda da vazgeçilemeyen ahenk unsurlarının başında ölçü (vezin) gelir. 1500 yıllık edebiyat tarihimiz boyunca bizde hece ve aruz olmak üzere iki ölçü kullanılmıştır. Hece ölçüsü bize ait yani milli bir ölçüdür. Eski Türk şiirlerinde ve günümüz Halk edebiyatında hece ölçüsünün kullanıldığını görüyoruz.
Peki, nedir hece ölçüsü? Cevabı çok basittir. Her dizede eşit sayıda hece oluşudur. Şimdi diyeceksiniz ki "Ben hece ölçüsüyle şiir yazdım." Peki, nasıl yazdın, dizelerde kaç hece var? "Bu şiirimde her dizede dokuz hece var, şu şiirimde on iki hece var." Olmadı. Dokuzlu, on ikili hece ölçüsü olmaz çünkü. Fakat filanca şairin filanca şiiri dokuzlu hece ölçüsüyle yazılmış. Olabilir, şair böyle bir ölçüyü denemiştir, fakat tadını kendi de beğenmemiştir.
Hece ölçüsünde üç kalıp vardır. Yedili, sekizli ve on birli hece kalıpları. Bir de yedinin iki katı olan on dörtlü hece ölçüsüyle şiir yazanlar çıkmıştır.
Her dizede yedi hece kullanarak şiir yazsak yeterli midir? Hayır, duraklara dikkat edeceksin. Önce dört hecelik kelime veya kelime grubu kullanacaksın, sonra da üç hecelik. Başka deyişle yedili hece ölçüsü 4+3 duraklı olmalıdır. Eğer şiir duraklara dikkat edilerek yazılmışsa, okuyucu dizeleri duraklarda kısa bir müddet durarak okur ve böylece bir ahenk oluşur. Mesela aşağıdaki mani duraklara dikkat edilerek ve yedili hece ölçüsüyle söylenmiştir:
Mani benim ezberim
Kan ağlıyor gözlerim
Ben o yârin yolunu
Ölene dek gözlerim.
Bu dörtlükte ölçü ve durak kusuru yoktur ve sesli okursanız hem dinleyenler hem siz ahengi sezerek şiirden zevk alırsınız. Fakat aşağıda yazdığım maninin ilk dizesi durak yönünden kusurludur ve sesli okununca bu dize müzikal bir etki yaratmaz. Bu dize 3+4 duraklıdır. Diğer dizeler kurala uygun olduğu için daha ahenklidir.
Gel bakma kimseye hor
Halkı yorma kendin yor
Yıkmak için çok düşün
Yıkmak kolay yapmak zor.
8'li hece ölçüsü 4+4 duraklıdır. Yunus Emre'den aldığım aşağıdaki dörtlük bu yönden kusursuzdur:
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi
Bir göz açıp yummuş gibi
Bu parçanın devamı olan dörtlüğün ikinci dizesi kusurludur. 5+3 duraklıdır ve bu dize ahengi bozmaktadır.
İş bu söze Hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi.
Usta şairlerde durak hatası çok azdır. Bu şiirden iki dörtlük daha yazayım; bu dörtlükler de ölçü ve durak bakımından kusursuzdur.
Şu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Miskin Âdem oğlanını
Benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter
Yere tohum saçmış gibi
On birli hece ölçüsü 6+5 veya 4+4+3 duraklı olur. Böyle derken 11'li hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin her dizesi 6+5 duraklı olmalıdır demek istemiyoruz. Aynı şiirin herhangi bir dizesi 4+4+3 duraklı olabilir, diğer dize 6+5 duraklı olabilir. Burada iş okuyucuya düşmektedir. Usta bir şiir okuyucusu dizeye bakar bakmaz hangi durakla yazıldığını sezmeli ve gerekli yerde durak yaparak şiirdeki ahengi dinleyiciye iletebilmelidir. Karacaoğlan'ın bir koşmasından aldığım aşağıdaki dörtlüklerin son dizeleri 6+5, diğer dizeler 4+4+3 duraklıdır.
Çukurova bayramlığın giyerken
Çıplaklığın üzerinden soyarken
Şubat ayı kış yelini kovarken
Cennet demek sana yakışır dağlar
Rüzgâr eser dallarınız atışır
Kuşlarınız birbiriyle ötüşür
Ören yerler bu bayramda çok üşür
Bülbül niçin yaslı bakışır dağlar
ARUZ ÖLÇÜSÜ
Aruz ölçüsü ise Araplara aittir. Rivayete göre Araplar bu ölçüyü, çöllerde develerle yaptıkları uzun yolculuklar esnasında develerin uzun ve kısa adım atışlarından esinlenerek oluşturmuşlar ve kullanmışlardır. Sonradan İranlılar da bu ölçüyü kullanmışlar ve geliştirmişlerdir.
Aruz ölçüsü şiirde ritimdir. Musiki eğitiminde öğrencilere "tüm teka tüm tek" şeklinde anlamsız sözcük veya hecelerle ritim çalışması yaptırılır. Ortaokul ve liselerde müzik öğretmenleri "lay la lay lay, la lay lay lay" heceleriyle bir bestenin notalarını, ahengini sezdirmeye çalışır ve bunları öğrencilere tekrarlatır. Mesela bu heceleri yarım ve tam vuruşluk notalar kabul ederek bir ritim oluşturalım. "Lay"hecesi tam vuruş olsun, "la" hecesi yarım vuruş olsun ve:
"Lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay" hecelerini bu doğrultuda okurken bir elimizle de aynı tempoyla masaya hafifçe vuralım. Bu ritmi birkaç dakika sürdürelim.
İşte aruz ölçüsü böyle bir şeydir. Araplar "tüm teka tüm tek" dememiş, "lay la lay lay" da dememiş. Peki ne demiş? Bize saçma gelen, liseyi bitirip de aruz lafı edilince küçümseyip alay ettiğimiz "failün, mef'ulü, failatün" gibi anlamsız ritim kalıpları söylemiş.
Şimdi yukarıda belirttiğim: "Lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay" ahenk kalıbında küçük bir değişiklik yapalım ve "faa i laa tün / faa i laa tün / faa i lün/ diyelim. Yine aynı ritmi elde ederiz öyle değil mi? Yani buradaki ahenk önce tam vuruş (faa), sonra yarım vuruş (i), sonra iki defa tam vuruş (laa tün) biçimindedir. Aruz ölçüsünde benim tam vuruş dediğim heceler uzun hecedir, yarım vuruş dediğim heceler de kısa hecedir.
Bir uzun, bir kısa, iki uzun heceden oluşan bu ritim kalıbı (aruzdaki tabirle aruz cüzü) iki defa tekrar edildikten sonra bir uzun, bir kısa ve bir uzun heceden oluşan "faa i lün" ritim kalıbı gelmektedir.
Şimdi bu kalıbı "faa i laa tün / faa i laa tün / faa i lün" şeklinde ritme uygun okuduktan sonra aynı ritimle Süleyman Çelebi'nin yukarda belirttiğim aruz kalıbıyla yazılmış olan Mevlit'inden aldığım şu dizeyi okuyalım:
"Dii di gör düm / ol ha bii bin / aa ne si
Bir a cep nur / kim gü neş per / vaa ne si/
Gördüğünüz gibi dizeler "lay la lay lay / lay la lay lay / lay la lay" veya "faa i laa tün / faa i laa tün / faa ilün" ritim kalıplarına uygun hecelerden oluşmaktadır. Şiirin tamamını incelerseniz her dizenin bu ritme uygun olduğunu görürsünüz. Bu örnekten çıkarılacak sonuç şudur. Aruz ölçüsü ritimden veya ahenkten ibarettir.
Yukarıda bir örneğini verdiğimiz kalıp gibi yüzden fazla aruz kalıbı mevcuttur. Biz Türkler bu kalıplar içinde en çok Mevlit'te kullanılan kalıbı sevip kullanmışız. Sebebi ise hecenin 4+4+3=11'li kalıbına benzemesidir. Burada bir örnek daha vermek istiyorum. "La lay lay lay" ritmini dört defa tekrar edelim. İşte bu ritim de çok kullandığımız bir aruz kalıbıdır. Tabii ki aruzda bu kalıp başka hecelerle seslendiriliyor. Bir yarım, üç tam vuruşu ifade eden "me faa ii lün" cüzüyle. Bu cüzü dört defa söylerseniz aruz kalıbı ortaya çıkar. Bu kalıbı ve Bülbül şiirinden iki dizeyi alt alta yazalım.
Me faa ii lün / me faa ii lün / me faa ii lün / me faa ii lün
E şin var aa / şi yaa nın var / ba haa rın var / ki bek ler din
Kı yaa met ler / ko par mak ney/ di ey bül bül / ne dir der din
Görüldüğü gibi bu dizeler de belirli bir ahenge uyularak yazılmıştır. Hecelerden birini okumazsanız veya bir heceyi yanlış okursanız veya bir kelimenin yerini değiştirirseniz ahenk bozulur.
Aruz ölçüsüyle şiir yazmak zordur. Liselerde edebiyat öğretmenleri bu ölçüyü gençlere öğretemiyor ve sevdiremiyor. Günümüzde aruz ölçüsü küçümsenen, hatta alay edilen çağ dışı lüzumsuz bir ayrıntı olarak görülmektedir. Aruzun bir ritim olduğu gerçeği görmezden gelinmekte hatta yeni nesillerden gizlenmektedir. Eminim ki bu yazıyı okuyan genç kardeşlerimin birçoğu ifade ettiğim bu gerçekleri hiç duymamıştır.
Oysa aruz ölçüsünü öğrenmek çok kolaydır. Birkaç basit kuralı vardır. Bu kurallar bilinince şiire yeteneği olanlar bu ölçüyle şiir yazabilir. Bilinmesi gereken kurallar şunlardır:
1. Kısa ünlü ile biten heceler kısa hece kabul edilir: "araba" sözcüğündeki hecelerin üçü de kısadır.
2. Ünsüzle veya uzun ünlüyle biten heceler uzun hece kabul edilir: "çakmak, naamahrem, biitab" sözcüklerindeki tüm heceler uzundur.
3. Sonunda iki ünsüz olan "Türk, üst, kurt" gibi heceler medli hecedir, yani bir buçuk hecedir. Başka deyişle bir uzun bir kısa hece kabul edilir.
4. İçinde uzun ünlü olup ünsüzle biten "aab, yaar" gibi heceler medli hecedir; bir buçuk hece kabul edilir.
5. Dize sonundaki her hece uzun kabul edilir.
6. Aruz ölçüsüne uydurmak için bir sözcüğün sonundaki ünsüz, ünlüyle başlayan sonraki sözcüğün başında okunabilir; bu ses olayına ulama denir.
7. Aruz kalıbına uydurmak için kısa heceyi uzun okumaya imale denir; imale aruz kusurudur. Usta şairlerde (Mesela Yahya Kemal'de) imale pek görülmez.
8. Aruz kalıbına uydurmak için uzun heceyi kısa okumak da zihaftır ve bu da bir aruz kusurudur.
Şimdi Yahya Kemal'in bir şiirinden birkaç dizeyi kalıba uygunluk bakımından inceleyelim.
Mef uu lü / me faa ii lü / me faa ii lü / fe uu lün
Bin at lı / a kın lar da / ço cuk lar gi / bi şen dik
Bin at lı / o gün dev gi / bi bir or du / yu yen dik
Ak tol ga / lı bey ler be / yi hay kır dı / i ler le
Görüldüğü gibi bu üç dize aruz ölçüsü yönünden kusursuzdur. Şiirin tamamını bu şekilde incelerseniz imale ve zihafa başvurulmadığını görürsünüz.
(Önemli not: Uzun a, u ve i sesleri halk arasında şapka denilen düzeltme ve inceltme işaretiyle gösterilmelidir. Ben bu yazımda bu işareti kullanmak yerine uzun ünlüleri göstermek için aynı ünlüyü iki defa kullanmayı tercih ettim.)
KAFİYE (Değer Yönünden)
Kafiye tarih boyunca şiirin vazgeçilmez ahenk öğelerinden olmuştur. Ustaca kullanılmış kafiyeler şiire ahenk kattığı gibi bir metnin kolay ezberlenmesini sağlar. En azından uzun süre hatırlanmasına katkıda bulunur. Bundan başka bir duygu veya düşünceyi zihinlerde iz bırakacak şekilde vurgulamamıza yardım eder.
Türk milleti tarih boyunca kafiyeye düşkün olmuştur. "Azı karar, çoğu zarar. Adamı adam eyleyen paradır, parasız adamın yüzü karadır." gibi yüzlerce atasözünde ve özdeyişlerde kafiye görebilirsiniz. Masalların "Az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik." gibi tekerlemelerinde; "Suya düşer ıslanmaz, yere düşer paslanmaz. İki yıldız, gözleri boynuz." gibi bilmecelerde; Tahir ile Zühre, Dede Korkut Hikâyeleri gibi anonim eserlerde sıkça kafiye kullanılmıştır.
Kafiye konusu değer, diziliş ve anlayış yönünden olmak üzere üç bakış açısıyla incelenir.
Değer yönünden kafiyeyi yarım, tam, zengin ve cinaslı olmak üzere dörde ayırabiliriz. Tek ses benzerliği yarım, iki ses benzerliği tam, ikiden çok ses benzerliği ise zengin kafiyedir.
Ancak redif ile kafiyeyi karıştırmamak gerekir. Aynen tekrar edilen ekler, kelimeler ve kelime grupları rediftir. Farklı öğelerdeki ses benzerlikleri ise kafiyeyi oluşturur. Farklı öğeler ile şunu kastediyoruz. Mesela iki farklı kök, iki farklı gövde, iki farklı ek, bir kök ile bir gövde, bir ek ile bir kök veya gövde.
Kısaca görev ve anlam yönünden aynı olan öğelerdeki ses benzerliği redif, farklı öğelerdeki ses benzerliği kafiyedir.
Şimdi birkaç nazım parçasını bu bakış açısıyla inceleyelim. Faruk Nafiz'den bir dörtlük yazıyorum:
Derinden derine ırmaklar ağlar
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi.
Ey suyun sesinden anlayan bağlar
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?
Bu dörtlüğün 1. ve 3. dizesindeki "ağlar, bağlar" sözcüklerinde beş sesten oluşan zengin kafiye mevcuttur. Bu tür zengin kafiyelere tunç kafiye de diyenler mevcuttur. Bu sözcüklerde redif yoktur. Çünkü "ağlar" sözcüğü ağlamak fiilinin geniş zamanıdır. "Bağlar" sözcüğü ise "bağ" isminin çoğul halidir. Dolayısıyla bu sözcüklerdeki ekleri redif kabul edemeyiz. Fakat bu dizeler ". ırmaklar ağlar / . kendine bağlar" şeklinde olsaydı bu durumda "ağlar" ve bağlar" sözcüklerinin sonundaki "-r" geniş zaman eki aynen tekrar edildiği için "r" sesi redif, sondan başa doğru "a,l,ğ,a" sesleri zengin kafiye derdik.
Yine bu dizeler ". denize atıldı ağlar / . anlayan bağlar" sözcükleriyle bitseydi bu durumda "ağlar" ve "bağlar" sözcüklerindeki "-lar" ekleri çoğul ekidir bu yüzden rediftir; "ğ,a" sesleri ise tam kafiyedir derdik.
2. ve 4. dizelerde "çoban çeşmesi" kelime grupları aynen tekrar edilmiştir; o halde rediftir. "Uzağa" ve "dağa" sözcüklerinin sonundaki "a" sesleri de aynı ektir; ismin -e hal eki. Bu durumda "a" seslerini de redif kabul ederiz. Dolayısıyla "uzağa" ve "dağa" sözcüklerindeki "ğ, a" sesleri tam kafiye olur.
Bursa'da bir eski cami avlusu
Mermer şadırvanda şakırdayan su
Tanpınar'ın "Bursa'da Zaman" şiirinden aldığım yukarıdaki dizelerde redif yoktur. Çünkü "avlusu" sözcüğünün sonundaki "u" 3. tekil kişi iyelik eki, "s" ise kaynaştırma ünsüzüdür. İkinci dizenin sonundaki "su" ise isim köküdür. Aynen tekrar edilen ek veya kelime olmadığı için redif yoktur. Kısaca "u,s" sesleri tam kafiyedir.
Bu dizeler ". avlusu / . havlusu" sözcükleriyle bitseydi sondaki "su" sesleri redif "u, l, v, a" sesleri zengin kafiye olacaktı.
Katar katar olmuş gelir turnalar
Eğrim eğrim ne hoş gelir turnalar
Bir halk türküsünden aldığım bu dizelerde tekrar edilen "gelir turnalar" sözleri rediftir. "Olmuş" sözcüğündeki öğrenilen geçmiş zaman ekinin "ş"si ile "hoş" isim kökünün "ş"si yarım kafiyedir. Bu dizeler ". olmuş gelir turnalar / . dolmuş gelir turnalar" olsaydı bu durumda "-muş" ekleri de redif olurdu; "ol" ve "dol" fiil köklerindeki "l, o" sesleri tam kafiye kabul edilirdi.
Yollara Kürşatlar uzanmış, ölü.
Ağlasın ak ülke, ağlasın süt gölü.
Arif Nihat Asya'dan aldığım yukarıdaki dizelerde redif yoktur. "Ölü" sözcüğündeki "-ü" eki fiilden isim yapma ekidir. Ölmek fiilinden yeni tür ve anlamda bir sözcük türetmiştir. "Gölü" sözcüğünün sonundaki "-ü" ise tamlanan eki veya 3.tekil kişi iyelik ekidir. Bu ekler farklı öğeler olduğu için kafiye sayılır. Dolayısıyla bu dizelerde "ü, l, ö" sesleri zengin kafiyedir.
Dört yana baktım da geldim
Köprüleri attım da geldim
Acemi bir şairden aldığım yukarıdaki dizelerde ise kafiye yoktur. Çünkü "geldim" fiili ile "de" bağlacı aynen tekrar edildiğinden rediftir. Ayrıca "baktım" ve "attım" sözcüklerindeki "-tı" eki görülen geçmiş zaman; "-m" ise 1. tekil şahıs ekidir. Yani "-tım" sesleri de rediftir. " At" ve "bak" fiil köklerinin sonundaki "t" ile "k" benzeşmediği için kafiye yoktur; "a" seslerinin de bir hükmü yoktur. Bu konudaki kural şudur. Benzeşen sesler sondan başa doğru sayılır, benzeşen ses kalmayınca diğer seslere dikkat edilmez.
İnsan odur ki bıraka her yerde bir eser
Eser bırakmayanın yerinde yeller eser
Bu dizelerde redif yoktur çünkü dizelerin sonundaki "eser" sözcükleri aynen tekrar edilen öğeler değildir. Birinci dizedeki, yapıt anlamında kullandığımız isim soylu bir kelime olan eser'dir, ikinci dizedeki ise esmek fiilinin geniş zamanıdır. Bu tür kafiyelere de cinaslı kafiye diyoruz.
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya?
Ben yârimden ayrılmam
Götürseler asmaya
Bu manide kullanılan "asmaya" sözcükleri de farklı kelimeler olduğu için cinaslı kafiyedir. Cinaslı kafiyelerde ses sayısı önemli değildir.
KAFİYE (Diziliş ve Anlayış Yönünden)
Diziliş yönünden kafiye derken kafiyeli dizelerin sıralanış biçimini kastediyoruz. Halk ve Divan edebiyatlarında düz ve çapraz dizilişten başka mani tipi dediğimiz kafiye dizilişi de mevcuttur. Servet-i Fünun döneminde Batıdan alınan sone nazım şekliyle birlikte şiirimizde sarma diziliş de görülür.
Düz diziliş kafiyeli dizelerin alt alta olmasıdır. Buna mesnevi tarzı da diyoruz.
Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir, dağlar kahraman.
Bu beytin kafiyeleri değer olarak tam, diziliş olarak düzdür. Halk edebiyatındaki koşma, semai, varsağı, destan, ilahi gibi nazım şekillerinde birinci dörtlük hariç hep düz diziliş görülür.
Ben kocadım sen genceldin
Başa bela nerden geldin
Kâhi indin kâh yükseldin
Şimdi oldun turna gönül
Âşık Veysel'den aldığım yukarıdaki dörtlüğün ilk üç dizesi birbiriyle kafiyelidir. Görüldüğü gibi bu dörtlük düz dizilişe sahiptir. İstiklal Marşı'mız düz dizilişin mükemmel bir örneğidir çünkü dörtlüklerdeki her dize birbiriyle kafiyelidir.
Çapraz diziliş genellikle Halk edebiyatında ve şiirlerin ilk dörtlüklerinde görülür. Bu dizilişte dörtlüklerin sadece 2. ve 4. dizeleri kafiyeli olabilir. Mesela yine Âşık Veysel'den aldığım aşağıdaki dörtlük böyledir.
Güzelliğin on Par'etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Necip Fazıl'dan aldığım aşağıdaki dörtlükte 1. ve 3. dizeler kendi arasında; 2. ve 4. dizeler kendi arasında kafiyelenerek çapraz diziliş oluşturmuştur.
Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde
Ve uçtu tepemden birdenbire dam
Gök devrildi, künde üstüne künde
Mani tipi dediğimiz dizilişte ise 1, 2. ve 4. dizeler kendi arasında kafiyelidir; üçüncü dize serbesttir. Dizilişe adı verilen manilerden bir örnek:
Bahçelerde saz olur
Gül açılır yaz olur
Ben yârime gül demem
Gülün ömrü az olur.
Mani tipi diziliş Divan şiirindeki tuyuğ ve rubailerde de görülür.
Sarma diziliş yukarıda belirttiğimiz gibi edebiyatımıza Batı'dan girmiştir. Bu diziliş Halk ve Divan şiirinde görülmez. Sarma dizilişte 1. ve 4.dizeler kendi arasında; 2. ve 3. dörtlükler kendi arasında kafiyelidir. Yahya Kemal'in Ok şiirinden aldığım aşağıdaki dörtlükte sarma diziliş görüyoruz.
Yavuz Sultan Selim Han'ın önünde
Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı
Bu yüksek tepeye dikti bu taşı
O yüce hünkârın mutlu gününde.
Anlayış yönünden kafiye ise "Kafiye göz için midir, kulak için midir?" tartışmasına dayanır. Bu tartışma Servet- i Fünun edebiyatının doğmasını sağlamıştır. Tartışmanın sebebi 1928'den önce kullandığımız Arap alfabesinin çok harfliliğidir.
Harf nedir? Harf seslerin yazıdaki işaretidir. Bizim şu anda "k" ile gösterdiğimiz ses Arap alfabesinde "kaf, kef" olmak üzere iki farklı harfle gösteriliyordu. Mesela "ak" sözcüğünde kaf, "ek" sözcüğünde kef kullanılırdı. Divan edebiyatında "ak" ile "ek" kafiye kabul edilmezdi. Kulağa kafiyeli gelen bu sözcükler farklı harflerle yazıldığı için göze kafiyeli görünmüyordu. Oysa Halk şairleri bu ayrıntıya dikkat etmemiş, kafiyeyi kulağa göre uygulamışlardır.
Tanzimat edebiyatının son döneminde "abes" ile "muktebes" kafiyeli midir, kafiyesiz midir tartışması yaşanmış, edebiyatçılar ikiye bölünmüştür. Bu sözcüklerde de "ak" ile "ek"e benzeyen bir sorun vardır. Bizim "s" ile gösterdiğimiz ses Arap alfabesinde "sin, se, sad" gibi üç farklı harfle gösterilirdi. Abes "se" harfiyle, muktebes sin harfiyle bitiyordu. Yani bu sözcükler kulağa kafiyeli geliyordu ama yazımları farklıydı. Bundan başka bizim "h" ile gösterdiğimiz ses "ha, hı, he" olmak üzere üç farklı harfle gösterilmiştir.
"Kulak için mi, göz için mi kafiye"nin aslı budur. Günümüzde böyle bir sorun yoktur.
REDİF
Şiirdeki ahenk unsurlarından biri de rediftir. Redifin ne olduğunu, redif ile kafiye arasındaki farkları daha önce vurgulamıştık. Redifleri kafiye zannederek şiir yazanları eleştirip onları acemilikle suçlamıştık.
Edebiyatımızda redifi ahenk öğesi kabul etmeyen, rediflerden olabildiğince kaçınan şairler olmuştur. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar böyle bir anlayışa sahiptir. Ona göre rediften yararlanmak bir zayıf şairlerin işidir. Kulağa hoş gelecek kafiye bulamayanların başvurduğu bir yoldur. Fakat gelmiş geçmiş şairlerimizin ezici bir çoğunluğu redifi benimsemiş, ahenk öğesi olarak kullanmayı bilmişlerdir.
Redif tek harften oluşacağı gibi dizelerin hemen hemen tümü rediften ibaret de olabilir. Köroğlu'dan aldığım "Bizim yaylanın uşağı / Belinde Aydın kuşağı" dizelerinin sonundaki "-ı" ekleri tek sesten ibaret rediftir. Nedim'den aldığım aşağıdaki dizelerde kafiyeler, redifin baskısıyla ezilmiş, ikinci plana itilmiştir:
Safa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim
Vefa-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim
Bu beyitte "safa ve vefa" sözcüklerindeki "fa" hecesi kafiye, diğer sözcükler rediftir.
Biz dünyaya veda ettik
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Yukarıdaki dörtlük Yunus Emre'ye aittir. Dörtlüğün 1. ve 3. dizelerinde kafiye yoktur; 2. ve 4. dizelerde ise "kal- ve kıl- fiil köklerindeki "l" ünsüzü yarım kafiye "-anlara selam olsun" ek ve sözcükleri rediftir. Bu dörtlüğe ahenk katan öğe hiç şüphesiz ki bu güzel rediflerdir.
Gül yüzünde göreli zülf-i semensay gönül
Vay gönül vay bu gönül vay gönül eyvay gönül (Murabba nazım şekli)
Divan edebiyatı şairlerinden Ahmet Paşa'ya ait yukarıdaki dizelere "gönül" redifinin kattığı ahengi ve güzelliği anlatmaya gerek yok sanırım.
O gül endam bir al şale bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün
Bu beyitteki redifler de ustaca bulunmuş, şiire ahenk katan öğelerden biri haline gelmiştir.
Halk şairleri kafiye konusunda daima rahat olmuşlardır. Öyle ki Divan şairleri asla yarım kafiye kullanmamışlar, kafiyelerinin en az iki sesten oluşmasına dikkat etmişlerdir. Halk şairleri ise tek sesten ibaret kafiyelerle yetinmişlerdir. Hatta en usta Halk şairleri bile bazı dörtlüklerinde kafiye kullanmamış, rediflerle yetinmiştir. Mesela Karacaoğlan'dan aldığım aşağıdaki dörtlük böyledir:
Aradılar bir tenhada buldular
Yaslandılar şivgalarım kırdılar
Yaz bahar ayında bir od verdiler
Yandım gittim ala dağlı kar iken
Bu dörtlükte kullanılan "buldular, kırdılar, verdiler" sözcüklerindeki "-dular, -dılar, -diler" ekleri rediftir; "bul-, kır-, ver-" köklerindeki "r" yarım kafiyedir ama ilk dizedeki fiil kökünde kafiye yoktur. Yine Karacaoğlan meşhur bir semaisinden bir dörtlük:
Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi
Bu dörtlüğün 2. ve 4. dizelerinde kullanılan "göz ve kaş" isim kökleri kafiyeli değildir. "-lerin kara değil mi" ek ve sözcükleri rediftir. Kısaca bu dörtlükte kafiye yoktur, şiire ahenk katan öğe rediflerdir. Bu şiir ve şairi için "Kafiye kullanmamış, redifleri kafiye gibi kullanmış; kötü şiir, kötü şair." demek mümkün müdür?
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Ustaca kullanılmış redifler şiire en az ölçü ve kafiye kadar ahenk katar.
ALİTERASYON ve TEKRARLAR
İç kafiye de denilen aliterasyon ise en ilkel toplumlardan çağdaş milletlere kadar her devirde ve her edebiyatta kullanılan bir ahenk öğesidir. Aliterasyonu "aynı dize içinde belli seslerin" yinelenmesi olarak tanımlayabiliriz.
Fakat aliterasyon yapılırken yinelenmek üzere seçilen sesler ve bu sesleri içeren sözcükler tesadüfen kullanılmamalıdır. Mesela romantik duygular anlatılırken veya bir bahar tasviri yapılırken "ç, k, p" gibi sert ünsüzlerden kaçınmak gerekir. Anlatmaya çalıştıklarımızı somut örneklerle ifade edelim. Divan edebiyatı şairlerinden Nef'i baharın güzelliğini şu beyitle tasvir etmiş:
Erdi yine ürdi behişt oldu hava amber sirişt
Âlem behişt ender behişt her guşe bir bağ-ı irem ( Nefi )
(Yine nisan ayı geldi, hava amber kokulu oldu; dünya cennet içinde cennet gibidir.)
Bu dizelerde işlenen temaya uygun olarak "r, ş" sessizlerinin bulunduğu sözcükler seçilmiş, okuyucuya bahar gelince işittiğimiz yaprak hışırtıları ve kuş cıvıltıları işitsel olarak duyurulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Sait Faik'in "Hişt Hişt" hikâyesinde anlattığı; baharda, doğayla iç içeyken duyabileceğimiz, nereden ve neyden geldiğini anlayamadığımız fakat bize canlılığı, hareketi sezdiren sesler "behişt, sirişt" kafiyeleri ile duyurulmuştur.
Yine Nef'i bir savaş sahnesini anlatırken şu iki dizeyi yazmış:
Evc-i hevada siyt-i çekaçak-ı tiğden
Avaz ü ra'd ü saika reh güm-künan olur
(Savaş alanındaki at kişnemelerinden ve kılıç şakırtılarından ürken yıldırımlar gökte yolunu şaşırır.)
Bu beyitteki imgenin harikuladeliği bir yana seçilen sözcüklerdeki aliterasyona hayran kalmamak elde değil. Şair "siyt-i çekaçak-ı tiğ" derken kınından çıkarılan ve sonra çarpışınca çak çuk diye sesler çıkaran kılıç seslerini işittiriyor bizlere; ayrıca ikinci dizede de "ra'd ü saika" ve "reh güm-künan" sözcüklerindeki aliterasyonla gök gürültüsünü işitmemizi sağlıyor.
Aynı temayı işleyen Köroğlu bir koçaklamasının dörtlüklerini: "Meydan gümbür gümbürlenir / Divan gümbür gümbürlenir" dizeleriyle bitiriyor. "Gümbürlenmek" buluşuyla "gümbür" yansıması cenk meydanındaki gürültüyü işitmemizi sağlıyor.
Nazım Hikmet "makinalaşmak" şiirinde şöyle der:
Trrrrum
Trrrrum
Trrrrum!
Trak tiki tak
Makinalaşmak
İstiyorum!
Şair, bu dizelerde anlatmak istediği makineleşmek arzusunu ses taklitleriyle pekiştirerek unutulmaz dizeler oluşturmuştur. Anonim halk edebiyatına ait bir şiirden aldığım: "Bahçeye de kurdum çifte salıncak / Yar gelip yar gidip sallanacak" dizeleri ses ve ahenk yönünden değme şairlere taş çıkartacak cinstendir. Bu dizeleri okurken sallanan bir salıncağın ahengini işitmemek mümkün değildir.
Çok sevdiğim şair Fazıl Hüsnü'den de örnekler vermek istiyorum. Şairimiz Kınalı Kuzu Ağıdı şiirinde şöyle diyor:
Kara koyun kuzular kuzulamaz
Me deme
Kara koyunun kuzusu, kınalı kuzum
Görür görmez yüzünü, bekle azıcık
Meme deme
Bu beşlikte şair "k, z" sesleriyle aliterasyon yapıyor; ayrıca 1. ve 3. dizelerde her sözcük "k" ünsüzüyle başlıyor. Şairimiz bu ahenk unsurlarıyla yetinmeyip 2.ve 5. dizelerdeki sözcükleri "me" hecesiyle bitirerek kuzu melemesini işitmemizi sağlıyor.
"Malazgirt Ululaması" başlıklı destanında çok özgün bir buluşla okuyucuyu hayran bırakıyor şair.
Savaşanlar yer sayılarınca değil
Gök sayılarıncadırlar ey oğul
Bizim yıldızlarımız
Çok daha...
Bu dörtlükteki "sayılarıncadırlar" buluşuyla aliterasyondan başka "karınca" çağrışımıyla savaşanların çokluğu daha da vurgulanmış oluyor.
Lise tahsili gören herkes Fuzuli'nin şu beytini duymuştur.
Dest-busu arzusuyle ölürsem dostlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yâre su
(Ey dostlar, sevgilinin elini öpme arzusuyla ölürsem, mezar toprağımdan bir testi yapıp onunla yâre su verin.)
Bu dizelerde dikkati çeken sesler "su" sesleridir. Şairimiz bu seslerin bulunduğu sözcükleri seçerek Arap çöllerinde "suu, suu" diye inleyen birinin iniltisini duyurmaya çalışıyor.
Son olarak ses virtüözü olarak niteleyebileceğimiz Behçet Necatigil'in "Kilim" şiirindeki aliterasyondan bahsedeyim. Şair bu şiirde çarpık ve plansız kentleşmeden, ürettiğimiz her şeydeki zevksizlikten bahsediyor. Kentlerdeki bu zevksizlik ve gürültü kirliliği temaya uygun ahenksiz kelimelerle okuyucuya duyuruluyor. Şair öyle kelimeler seçiyor ki okurken rahatsız oluyoruz. Kısaca ahenksizliğin ahenk olarak kullanıldığı bir şiir yazmış Necatigil. Şiir çok uzun olduğu için birkaç dizesini yazmakla yetineceğim.
Çok çiğ, çiçek -hiç yok- hani bu kilimde?
Hani beyaz, beyaz, beyaz. Beyazları ne yaptın?
Çok çiğ bu kızgın yaz, çiğ bu kara kış!
Bari biraz kışlarda. Çıplak, çok çiğ!
Çok çiğ bu çığlık, bu en bol renk: Kara! Ben sana.
Çok çiğ kesik öksürük, çiğ çatlak çağıltı.
Bu şiirin tamamını bulup yatmadan önce iki defa sesli okuyun; mümkünü yok uyuyamazsınız. Çünkü birileri beyninize bir çekiçle "çok çiğ çağ" diyerek vurur.
Kelime Tekrarları / Tekrir Sanatı
Şiirimizde sıklıkla başvurulan ahenk unsurlarından biri de tekrarlardır. Aynen tekrar edilen ekleri, kelimeleri ve kelime gruplarını redif olarak tanımlamış ve daha önce örneklendirmiştik. Bu bölümde Divan edebiyatında tekrir (yineleme) denilen kelime tekrarlarından bahsedeceğiz. Bu tür tekrar unsurlarını Divan şairleri edebi sanat kabul ediyordu.
Bana göre tekrir sanatının en güzel örneği Fuzuli'ye ait aşağıdaki beyittir:
Canı için kim ki cananın sever canın sever
Canı kim cananı için sevse cananın sever
Aruzun "faailaatün, faailaatün, faailaatün, faailün" kalıbıyla yazılmış olan bu harika beyitte "can ve canan" sözcükleri altı defa kullanılmış, ayrıca "sevmek" fiili dört defa yinelenmiş, "için ve kim" sözcükleri de ikişer defa metinde yer almıştır. Kalıba uygunluk, kafiye ve rediflerin mükemmelliği, aliterasyon ve asonans güzelliği bir yana, bu beyit gerçek sevginin ne olduğunu çok güzel ifade etmektedir. Şiirde biçim ve içerik mükemmelliği denince aklıma ilk gelen örnek budur.
Fuzuli birinci dizede "kim ki kendi canı için cananını -eşi, çocukları, akrabaları, dostları- severse o aslında kendi canını sevmektedir" diyerek gerçek sevginin karşılıksız olması gerektiğini vurguluyor. İkinci dizede tezat sanatı yaparak "kim kendi canını cananı için severse aslında o cananını sevmektedir" diyor. Kendi canını sevmeyen, içki içen, az uyuyup çok çalışan, ufak tefek hastalıkları önemsemeyen bir insan düşünelim ve bu insanın genç yaşta öldüğünü veya kötürüm olduğunu var sayalım. Kendi canını sevmeyen bu kişinin kime kötülüğü olur? Elbette ki ailesine. Bunun tersi ise sağlığına, yemesine içmesine önem veren bir insan düşünelim. Onun geçirdiği uzun ve sağlıklı ömrün kime faydası olur? Elbette ki ailesine.
Yunus Emre'nin de tekrir sanatına örnek gösterebileceğimiz çok güzel bir beyti vardır:
Beni bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içerü
Bu beyitte ben sözcüğü altı defa yinelenmiştir.
Düzyazıda kelime tekrarı yapmak, aynı cümlede bir sözcüğü birden fazla kullanmak -edebi sanat olmaktan vazgeçtik- çok önemli bir kusurdur. Bu kusurların sıklığı yazan kişinin kelime dağarcığının yetersizliğini gösterir. Yinelemeler şiirde edebi sanat kabul edilir; çünkü yinelemeler şiire ses yönünden ahenk kattığı gibi bir duygu veya düşüncenin pekiştirilerek vurgulanmasını sağlar. Fakat planlanmadan, hesapsız yapılan kelime tekrarları şiirde tekdüzelik de oluşturabilir. Yinelemelerde dikkatli ve ölçülü olmak gerekir.
1989'da vefat eden Orhan Murat Arıburnu, İstanbul'un Laleli semtinde oturan sevgilisi için şöyle bir şiir yazmış:
Lalelim
Laleli'de oturur.
Laleli, lale olur lalelimden.
Laleli'den geçilir
Lalelimden geçilmez.
Şair bu harika şiirinde sevgilisine "lalelim" demektedir. Belki onun adı Lale'dir, belki de şair sevdiğini laleye benzettiği için "sevgilim, Lale'm, Ayşe'm" diyecek yerde "lalelim" diyor. Sevgilisinin oturduğu semt Lalelidir. Laleli semti, şairin gözünde, sevgilisi orada oturduğu için laleye benzemektedir, yani bu semti çok sevmektedir. Şair şiirin sonunda "geçmek" fiilini önce temel, sonra mecaz anlamda kullanıyor. Laleli bir semttir, oradan her yolcu gibi geçmek mümkündür, ama şairin sevgilisinden vazgeçmesi mümkün değildir. Dikkat edilirse bu şiirde yinelenen sözcüklerin hiçbiri gereksiz değildir.
Ahmet Haşim bir şiirini "Akşam, yine akşam, yine akşam. / Göllerde bu dem bir kamış olsam" dizeleriyle bitirirken yinelemelerin gücünden yararlanarak bir arzusunu vurgulamaktadır.
Şiirde ahengi her şeyin üstünde tutan Servet- i Fünun'un büyük şairi Cenap Şahabettin, Elhan-ı Şita (kış nağmeleri) başlıklı şiirinde kar yağışını tasvir ve taklit ederken diğer ahenk öğelerinden olduğu gibi yinelemelerden de yararlanıyor.
Sağdan sola soldan sağa lerzan ü girizan
Gâh uçmada tüyler gibi gâh olmada rizan
Necip Fazıl'ın "Otel Odalarında" başlıklı şaheseri sanırım Cumhuriyet döneminde yazılan şiirlerdeki yinelemelerin en güzel örneğidir. Bu harika şiirden birkaç beyit yazıyorum:
Bir merhamettir yanan daracık odaların
İsli lambalarında isli lambalarında
Gizli bir akis kalmış gelip geçen her yüzden
Küflü aynalarında küflü aynalarında
Bir sırrı sürüklüyor terlikler tıpır tıpır
İzbe sofalarında izbe sofalarında
Duyuluyor zamanın tahtayı kemirdiği
Tavan aralarında tavan aralarında
Ağlayın aşinasız sessiz can verenlere
Otel odalarında otel odalarında
Son olarak Dağlarca'dan bir örnek vererek yazımı noktalıyorum:
Oğullarla Analar
Er oldu o
Giysi verdiler şayak
Sağlam mı sağlam
Ayakkabı verdiler kabaralı
Sağlam mı sağlam
Kütüklük verdiler kösele
Sağlam mı sağlam
.
Savaşa girdi o
Düşüverdi ilk kurşunda
Dayandı anasının yüz bin yıllık yüreği
Sağlam mı sağlam
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)